İş mi, laf mı?
Şimdilerde lafa bakıyorlar. Oysa bir zamanlar işe bakılırdı. İşe bakanlardan Ziya Paşa, “Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” derken bugünleri düşünmüş müdür? Bilmiyorum ama ilginç bir kırılma bu. Sanki işler biraz tersine döndü. Biri çıkıp “Âyinesi laftır kişinin, işe bakılmaz” dese, bunu yadırgayanların yadırganacağı bir kültürel iklim oluştu.
“Lafla peynir gemisi yürümez” diye bir atasözümüz var bizim. “Laf ebesi” diye bir deyimimiz var. Gerçi deyimin anlatmak istediği başka şeydir ama yine de deyimde iş değil laf geçerlidir. TDK da lafın ikinci anlamına, “sonuçsuz, yararı olmayan söz” demiştir.
Sadece laf, büyük oranda yazın dünyasında da küçümsenmiştir. Çünkü lafı anlamlı kılan, onunla doğrusal ilişki içinde olan eylemdir. Örneğin Nezval, O Gün Gelince şiirinde şöyle söyler:
“O gün bir gelsin bak, bize artık aç kalmak yok.
Geçeceğiz vitrinlerin, sergilerin önünden, küçülmeden.
Portakalları yığacağım önüne senin, tepeleme,
Şarapları yığacağım, etli börekleri, salamları.
Elden geçireceğiz hepsini bir bir, unutalım diye
Senin çektiğin acıları, benim gördüğüm işkenceleri.
Sevgili işçi kadın, şapka yapan makina,
Artık bu elbiseler kaça diye sorma.
Kumaşı dokudun, elbiseyi diktin ya, giyinmek de hakkın.
Artık kunduracı da yürümeyecek yalınayak karda.
İpekli gömlekler uçuracak bizi rüzgârda kuş gibi.
Lafta kalacak sanma, taş çatlasa bunlar olacak…”
Nezval’in sıraladığı bu insanca istençlerin lafta kalmamasının tek bir koşulu vardır: Eylem. Onun için Nezval şiirine, “taş çatlasın bunlar olacak” gibi bir dize eklemek ihtiyacı hissetmiş olmalı. Çünkü “bunlar” olmazsa, onca istenç boş laftır. Ahmet Erhan da Fotokopi şiirinde, şiirin isminin de açıkladığı üzere, sahteliğin eleştirisini yapar. “Nasılsa her şey fotokopi”dir; sahtelik, “laf olsun muhabbeti”. Eylemsiz lafta hep sahtelik vardır. Nezval de Erhan da işe bakarlar o yüzden.
Tanpınar da işe bakan yazarlardandır. Onda iş yapmak/çalışmak kavramı kültürel bir sıçrayışın anahtarı. Beş Şehirde, “çalışmanın bulunduğu yerde toplumsal düzen kendiliğinden doğar” demiştir, bunu dediği yer Erzurum’dur. Çalışmak, üretmek değil midir? Yaşadığım Gibide, “bütün ümitsizliklerimiz, sıkıntılarımız üretim azlığındandır” demiştir. Çalışmak, ümitsizliğe karşı da savaş. Saatleri Ayarlama Enstitüsü var bir de; Hayri İrdal’ın oğlu Ahmet, romandaki toplum eleştirisinde, eleştiri konusu olmayan iki kişiden biri. En önemli yönü, iş düzeni.
Tarihte de böyle değil midir? Önce iş vardır. İnsan bir şeyin bilgisini, o işi yaparak edinmiştir. İş yapmak, işin bilgisinin başlangıcıdır. Bilgiyi tamamlayan da yine iş yapmaktır. Yani iş, bilginin hem başlatıcısı hem de tamamlayıcısıdır. Ama dediğim gibi, ilginç bir kırılma var şimdilerde ve bu iki yönlü:
Birincisi, lafın eyleme tercih edilmesi; zaten konuştuk. İkincisi ise, eylem ile lafın uyuşmazlığı sorunu. Onu da başka bir yazıda konuşuruz.