İşçilerin ‘irade’ sorunu
Endüstriyel ilişkiler sistemi üçlü bir yapılanmaya dayanır. Sacayağına benzetilen bu sistemin bir ayağında devlet, bir ayağında işverenler ve örgütleri, bir ayağında da çalışanlar ve örgütleri vardır. Bu sistemin sağlıklı çalışması için bu üç ayağın birbirine saygılı olması ve birbirinin egemenlik alanına girmemesi gerekir.
Bugün ülkemizde bu üçlü yapılanmanın iki ayağı bu alanda belirlenmiş olan uluslararası normlarla örtüşmeyen bir oluşum içindedirler ve kendilerine özgü güçlü bir irade oluşturmuş durumdadırlar. İrade sözcüğü isteme, dileme, buyurma anlamına gelmekte ve ülkemizde devlet ve işverenler kendi istemlerini bir buyurganlık havası içinde sergilemekte bir sakınca görmemektedirler
Devlet ve işveren iradesinin içeriği
Devlet erkini, devletin yaptırım gücünü AKP iktidarı, iktidara geldiği günden beri çalışanlara karşı acımasızca kullanmaktadır. AKP demokrasiyi yok etme sürecinde özgür sendikaları da yok saymak ve işlevsizleştirmek amacındadır. Bunun için çıkardığı 6356 sayılı yasa ile toplusözleşme düzenine ve sendika yönetimine alabildiğine müdahale etmek yetkisini saklı tutmuştur. Toplusözleşme düzeninde Çalışma Bakanlığı’nın belirleyici yetkisi ve bir sürü yasaklama özgür sendikacılığı yok etmiş, AKP yandaşı sendikaların mantar gibi çoğalmasını sağlamış, “yandaş sendikacılığı” aslî “özgür sendikacılığı” tâli konuma getirmiştir.
İşverenlerin belirgin iradesi ise işçilerin sendikalaşmasına karşı çıkmak ve hükümet üzerinde çok önemli bir etki alanı yaratmak olarak ortaya konmuştur. Bunun açık sonucu AKP’nin çıkardığı işçi karşıtı yasaların çokluğunda ve özellikle Ulusal İstihdam ve Kalkınma Stratejisi Belgesi’nde görülebilir. Kıdem tazminatının kaldırılması, esnek çalışma, taşeronluk çıkışları ve uygulamalarının özü, işverenlerin istekleri doğrultusunda hazırlanmış, bu belgeden kaynaklanmaktadır.
İşçilerin bütün kaleleri fethedilmiştir
Ülkemizde çalışanların ve örgütlerinin durumu Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ile birebir örtüşmektedir. Orada büyük önder, bugünleri görerek, ülkenin kalelerinin fethedilebileceğini, limanlarının işgal edilebileceğini ve yöneticilerin işgalciler ile işbirliği içinde olabileceğini büyük bir deha eseri olarak vurgulamıştır. Çalışanların ve örgütlerinin durumu aynen Atatürk’ün öngördüğü biçimdedir. AKP iktidarı işçi hareketinin büyük bölümünün limanlarını işgal etmiş ve kalelerine AKP bayrağını dikmiştir. İşçi önderlerinin büyük bir bölümü bu işgalci siyasi irade ile işbirliği içindedir ve kendi sınıfına ihanet etmektedir. 17 milyon çalışan ve aktif-pasif unsurları ile Sosyal Güvenlik Kurumu’na tâbi olan 34 milyon insan, büyük bir çoğunlukla, AKP’nin bu siyasi iradesine teslim olmuş ve buna karşı bir “işçi iradesi” yaratma gücünü yitirmiştir. Bu şu demektir; direnme iradesi olmayan, çıkarlarını korumak için bir ortak irade oluşturamayan işçi sınıfı daha uzun bir süre AKP’nin ve işverenlerin iradeleri tarafından sömürülecek, horlanacak ve daha da köleleştirilecektir.
Uyanın ey işçi önderleri ya da kendini önder sananlar
Sözümüz kendi koltukları ve çıkarları için işçiyi bu iki iradeye teslim eden sendika ve iki konfederasyon başkanlarınadır. Sustuğunuz, sömürüye karşı ayağa kalkmadığınız, bu iki iradeye karşı direnmediğiniz ve bir “ortak işçi iradesi” yaratmadığınız için tarih sizi lanetleyecektir.
Temsil ettiğinizi sandığınız ve temsil edemediğiniz işçileri içine itildiği karanlıktan kurtarmak sizin elinizde ama biraz hantallıktan, vurdum duymazlıktan, günü kurtarmak düşüncenizden vazgeçmeniz gerek. Bu yolda neler yapmanız gerektiğini, başka yazılarımızda, cehaletinizi yok edinceye kadar ısrarla yazacağız.
NOT: Bu konuları ve daha fazlasını 14 Ocak Salı günü saat 20.15’te Ulusal Kanal “Emek Dünyası” programında Esin Ergenç Turhan ile tartışacağız.