İşgal ve ahlaki yıkım

Her siyasi hareketin tarihin içinde yaslandığı kökleri vardır. Milli mücadelenin beslendiği milli gururun ve kararlılığın kaynakları olduğu gibi işbirlikçiliğin ve hıyanetin de kaynakları var. Geçen akşam Haber Türk kanalında Doğu Perinçek, Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomore romanına gönderme yaptı. Romanda işgal altındaki İstanbul’un “monden” diye anılan yüksek sosyete çevrelerinin milli hissiyattan nasipsizliği anlatılır. O romanda Afganistan’ın bağımsızlığına kavuşmasına, “ABD çekildi, medeni dünya Afganistan’ı terk etti” diyerek üzülen tayfanın da tarihin içinde bir ecdadı olduğunu görürüz. Kurtuluş Savaşı zaferinden sonra İstanbul’un değişen havası bizim “monden”leri fena halde ürkütür. Roman kişilerinden biri olan Sami Beyin ruh halini Yakup Kadri şu cümlelerle verir: “Garp devletlerinin bizim kılıçlarımız önünde siyasi bir bozguna uğramış olabileceklerine ihtimal veremiyordu.” (…) “Sami Bey için İngiltere, ortaksız bir ilahtır, dünyanın bütün işleri, bütün dünya milletlerinin alınyazıları onun vereceği kararlara ve hükümlere bağlıdır.”(1) Nitekim geçen akşam gazetecilerin soru soruyormuş gibi beyan ettikleri kanaatlerinde ABD’nin yenilmezliğine nasıl bir iman edişin olduğunu ibret ve utançla izlemedik mi?

Adı geçen romanda dikkat çeken bir başka husus daha vardır ki, medeni dünyanın işgal ettiği ülkelere götürdüğü medeniyetin ne menem bir şey olduğunu ortaya koyar. Yakup Kadri, işgalci askerlerin İstanbul’u cinsel fantezileri için bir fırsat alanı olarak gördüklerini yazar. İşgal güçleri İstanbul’a eşcinsellik, uyuşturucu ve sefahat yükünü boşaltırlar. Ama bu yetmez, fazlası da vardır. Yakup Kadri’nin ifadesiyle; “İstanbul’u yalnız manevi ve ahlaki bir iflasa doğru sürüklemekle kalmamışlardı; aynı zamanda iktisadi kaynaklarını da sömürüp durmuşlardı. Mülk ve akar paylaşmasında Ermenilerle ortak olan, çeşitli tarz kaçakçılıklarla, Rum piratlarıyla el ele veren; şehrin çeşitli yerlerinde yangın mallarını yağma eden ve rüşvet karşılığı milliyet satan, adam kaçıran, haksız veya arabozuculuklarıyla dava kazandıran bu İtilaf zabitleri dört senenin içinde pek çok zengin olmuşlar ve yüklerini tutmuşlardı.” (2)

Demek ki neymiş, Afganistan’da ışıkları söndürüp giden medeniyet, aynı zamanda bizim kendi tarihimizden de bildiğimiz bir uyuşturucu, ahlaksızlık, yolsuzluk, sefahat ve kanunsuzluk rejimiymiş. Taliban’ın ABD işgaline direnebilmesinin neden kaynaklandığını zannediyorsunuz? Afgan halkı zalim bir hareketin iktidardan uzaklaştırılmasından sonra yirmi yıl direnip mücadele verebilecek kadar arkasında durmuşsa, siz varın ABD zulmünü hesaplayın!

ABD’nin Afganistan’daki askeri harekâtları sırasında öldürülen ve kayda bile girmeyen sivil ölümlerinden, Peştun köylerindeki yargısız infazlar ve tecavüzlerden, gözaltındaki -bir kısmı tümüyle masum olan- şüphelilere yaptığı akıl almaz işkencelerden, toplu mezarlardan, hem ABD görevlilerinin hem de yerli işbirlikçilerinin korkunç düzeydeki yolsuzluklarından, Afgan toplumuna pompaladığı uyuşturucu ve eşcinsellik kültüründen hiç haberiniz oldu mu? Bizim TV ve gazeteler böyle şeylerin haberini vererek medeni dünyayı incitmek istemezler. Ama internette Amerika’nın Afganistan’daki savaş suçları ile ilgili kısa bir araştırma bile nasıl bir külliyatın oluştuğunu gösteriyor.

Taliban içindeki pedofili eğilimlerini anlatan “Bin Muhteşem Güneş” romanını okumuş, Amerikan yapımı filmini izlemiştik. Şimdi bir Afgan edebiyatçının çıkıp işgal sürecinin “Sodom ve Gomore”sini yazmasını bekleyeceğiz herhalde. O zaman Taliban’ın bir Afganistan realitesi olduğunu, gökten inmediğini, yoktan var olmadığını daha iyi anlarız. Evet, Taliban laik değildir, insan hakları ve anayasal güvence gibi demokratik devrim kazanımlarına uzaktır, kadınlara bakış açısı kabul edilemez vb. Ancak olup bitenleri anlamaya çalışırken kendi kültürel değerlerimizi merkeze koyarak (etnosantrizm) Afgan toplum ve kültürünü yargılamaya, onlara yukarıdan bakmaya ve akıl öğretmeye pek hakkımız olmadığını ne zaman anlayacağız?

(1) Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, İletişim Yay., İstanbul., 2002, s.287

(2) Age, s.272