Işık Hızında Ekler

Işık, saniyede 299.792.458 metre hızla gidiyor, öyle böyle değil. Bu rakamı koordinat bilgisiymiş gibi Google Maps’e girersen beyefendi hazretleri seni Mısır’da, dünyanın yedi harikasından biri olan Giza Piramitlerine götürür. Yani Khufu, Khafra ve Minkaura (Yunanca adları Keops, Kefren ve Mikerinos). Bu Giza’ya eski Mısırlılar ikhet diyormuş, ışık demek! Bazıları tesadüfe hiç ihtiyaç duymaz; deha ve yetenek yeterlidir.

Böyle ışık hızı gibi “tatlı” şeyler anlatırken o nefis pastane güzelinden de söz etmeli: Ekler. Almanlar liebesknochen der yani aşk kemiği. Eklemekten gelmiyor, adisyon gibi değil (İngilizce add toplamak, addition ek)... Geldiği yer Frenkçe éclair; şimşek, ışık, yıldırım gibi. Marie-Antoine Carême derler bir adam yapmış ilk. Saray aşçısı. Önceleri “pain a la duchesse” demişler, düşes ekmeği! Dictionnaire de la Langue Française’in 1864 basımına göre de ışık hızında tüketildiğinden éclair adını almış. Éclair demişken, Clair de Femme (Kadının Işığı)’yi de anayım; canım yazarım Romain Gary’nin ışık ışık, tatlı romanıdır; okumadan ölmeyin.

Edebiyat da piramitler gibi, dünyanın yedi harikasından biri!

KARA DEFTERDEN

Sultan Süleyman’ın Belgrad’da resmi geçit yaptığı gün başında eşsiz mücevherlerle süslü dört katlı bir taç bulunmaktadır; değeri, günün parasıyla elli milyon liradan fazla. Elli milyon dolar olsa, düşünsene...

Pankreasta langerhans adacıkları tarafından salgılanan hormona insülin deniyor, Latince insula, ada demek zaten. İçimizdeki adalar, kimyanın yönettiği insan... Örnek, kötü anılarımızı nöropinefrin adlı hormon yönetiyor, onun yüzünden unutamıyoruz. Adra2b adlı gen de alpha-2b adrenerjik reseptör adlı proteini üretip diğerinin etkisini azaltıyor. Adra2b artarsa yandın! Ya hiç kötü anın olmayacak, gamsız olacaksın ya da adra2b üreteceksin habire. İnsan olmak zor.

17. yüzyılda aristokrat beyler topuklu ayakkabı giyerdi. Yüksek topuklar, başlarda sokağın çamurundan korunmak içindi. O dönem kadınlar arasında erkeksi görünmek moda olduğundan topukluyu da zamanla “kadın”lar sahiplendi... Bugün erkekler topuklu giymiyor.

Meclis Arapça, oturum anlamına gelen celseyle akraba, oturulan yer demek celse. Mecliste oturuluyor... Batıdaki karşılığı parlamento, parle Frenkçe konuşmak; onlar konuşuyor. Ruslar, Çarlık devrinde bu mekâna duma diyor, duma düşünmek. Bunlar da oturup konuşuyor fakat daha çok düşünüyor demek.

Marquez Yüzyıllık Yalnızlık’a çalışırken Kolombiyalı yazar dostu Alvaro Mutis ile sıklıkla buluşmakta, yazdıklarını anlatarak kitabından söz açmakta. Yalnız şık bir detay var, genelde şıktır detaylar: Bay García’nın Mutis’e anlattığı hiçbir şey kitapta geçmiyor. Usta, modern edebiyatın en büyük kitaplarından birini yaratırken bir yandan da gidip Mutis için bir tür hayalet kitap uydurmuştur. Yazmak, uydurmaktır... Her anlamda.

BÜYÜK DÂHİ

“Büyüklük odur ki, hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için gerçek ülkü neyse onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır. Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen bunda karşı koyuşları yok eden olacaksın. Önüne sayılamayacak güçlükler yığacaklardır. Kendini büyük değil küçük, zayıf, araçsız, hiç sayarak, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu güçlükleri aşacaksın. Ondan sonra sana büyüksün derlerse bunu diyenlere de güleceksin.”

(1908, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, s. 112)

“Dâhi odur ki ileride herkesin takdir ve kabul edeceği şeyleri ilk ortaya koyduğu zaman herkes onlara delilik der.” 1926 (Hikmet Bayur, TTK. Belleten, Cilt: 3, Sayı: X. 1939, s. 254)