İslamcılığa dayanan devlet-(TAMAMI)

İslâmcılık, II. Abdülhamid döneminde sadece siyasetle ilgileniyordu. Günümüzde işleri geliştirdi. Bilimselleşti. Daha doğrusu bilimi İslâmileştiriyor. Öyle ki, insanın “Canım kardeşim, bilim adamına ne gerek var, derin hocalar yeter de artar bile. Kuran’ı okurlar ve bir ayette, ki mutlaka vardır, CERN’in (Avrupa Nükleer Araştırma Konseyi) aradığı Tanrı Parçacığı’nı bulurlar!” diyesi geliyor. Buldular mı yoksa? Tanrı Parçacığı, elbette Tanrı’nın kitabında olacak: Peki. hahamlar ve papazlar kendi kitaplarında Tanrı Parçacığı’nı aramıyorlar mı? Hayır, arasalar da bulamazlar. İşte İslâm’in üstünlüğü burada.

İslâmcıların bitmeyen afyonlu mavrası

Müslüman Arap devlet ve uygarlığı, 13. yüzyıldan itibaren düşüşe geçtiğinden bu yana, bu yazının yazıldığı güne kadar, İslâmcı akla göre, devlet işlerinin kötüye gitmesinin bir tek nedeni vardır: “İslâmın kurallları artık uygulanmıyor da ondan!” Ah, bir uygulansa!...

Peki kardeşim, sen akıllısın da Müslümanların devletlerini yönetenler budala mı? Siyaset ve ekonomide, mülkiye ve askeriyede bir başka numara olmasın sakın? Kuran’ın kurallarını uygula, dünya birincisi ol her dalda, her konuda!... Londra Olimpiyatları’nda... Şu kâfir Türkiye Cumhuriyet’i İslâmın kurallarına en uzak duran devlet, öyle değil mi? Ama bütün öteki Müslüman ülkelerden güçlü ve ileri, öyle değil mi? Ve üstelik, hepisine örnek gösteriliyor... Biz şimdi bunları bırakıp, Ord. Prof. Enver Ziya Karal, Üç Tarz-ı Siyaset‘te yazdığı önsözün 17. sayfasında, bu hususta ne diyormuş ona bakalım:

Her derde deva İslâmcılık

“Dünyadaki Müslümanlardan bir İslâm Birliği meydana getirilmesi fikri ve eylemidir. Yusuf Akçura’ya göre bu fikir Osmanlılık gibi, Avrupa çıkışlıdır. Osmanlı imparatorluğunda, Osmanlılık fikrinin zayıflaması üzerine, Abdülaziz döneminde başlamıştır. Avrupa siyaset yazarları buna Panislâmizm de demişlerdir. Abdülhamit Panislâmizmi fikir halinden eylem durumuna getirmiştir. Sarayda, toplum hayatında, eğitimde ve dış siyasette İslâmcılığa yer verilmiştir. Ayrıca Müslüman memleketlerinde de geniş bir Panislâmcı propagandaya girişilmiştir.

Yusuf Akçura, İslâmcılığı azametli bir tasarı olarak görür. Gerçekleştirilmesi yolunda rastlanacak güçlükleri şu noktalar etrafında toplar: Tanzimat’ın Osmanlı toplulukları arasında yaymayı amaç tuttuğu siyasal ve hukuksal eşitlik artık söz konusu olmayacaktır. Bu yönden Osmanlı uyrukları arasında düşmanlıklar bile başlayacaktır. Hatta Türkler arasında dinsel ve mezhepsel geçimsizlikler çoğalabilecektir. Müslüman tebaaya sahip büyük devletler de bu tasarının gerçekleşmesine engel olmaya çalışacaklardır.

Bu olumsuz etkenlere karşıt, İslâmcılığı kolaylaştırıcı etkenleri de Yusuf Akçura şöyle işaret eder: ‘Osmanlı memleketlerinde din esasına dayanan güçlü bir Müslüman birliği kurulacaktır.’ Bu, dünyadaki Müslümanların halife etrafında toplanması için sağlam bir zemin hazırlayacaktı. Yusuf Akçura, Müslümanlıkta din ile devletin bir bütün olarak kabul edilmiş olmasını, Kuran’ın ana kanun niteliği taşımasını, Arapçanın din dili, hatta bir dereceye kadar ilim dili yerini tutmasını, halifenin Müslümanlarca imam kabul edilmekte olmasını, İslâmcılığı kolaylaştırıcı etkenler arasında görmektedir. Yusuf Akçura, İslâmcılık siyaseti üzerine sıraladığı olumlu etkenler ağır basmakla beraber, bu siyaset için öncelik tanımıyor. Müslüman birliğinin meydana getirilmesinin uzun zamana bağlı bir iş olduğunu işaret etmekle yetiniyor.”

Malzeme var ama helva yapan yok

Kimbilir, belki de ne malzeme var ne de helvacı! Kuraklık dolayısıyla tarımda verimin azalmasını ve bunun sonucu olarak kıtlık yaşanmasını, “kadınların açılıp-saçılması”na bağlayan kafa, Müslümanların yaşadığı ülkelerin sömürgeliğini, geri kalmışlığını İslâmın şeriatının tam anlamıyla uygulanmamasına düğümler. Afrika’da İslam şeriatını uygulayan ülkeler var, ekonomik durumları, uygarlık düzeyleri uygulamayanlardan çok daha kötü. Ama selefî kafa anlamaz bunu. Önümüzde, gözümüzün önünde, bir tarihsel süreç bir futbol maçı gibi oynanmak üzere. Arap baharları konusunda yazdıklarım birer birer çıkıyor: Libya’da çıktı, Mısır’da çıktı, Tunus’ta çıkıyor. “Bu yalancı baharlar, bu ülkelere demokrasi ve özgürlük getirmeyecek, tam tersine dinsel terör gelecek!” diye yazmıştım. Tunus’ta örnek gösterilen siyasal İslam-liberal ittifakı çöküyor: İşleri biraz sağlama alınca Selefî’nin damarı kabardı, çekti palayı... Sözünü ettiğim maç işte bu. İslâm, Irak’ı, Nijerya’yı, Sudan’ı, Libya’yı mahvediyor; Mısır’ı, Tunus’u mahvedecek ve biz bu süreci televizyonlarda(n) canlı canlı, kanlı kanlı seyredeceğiz.

İyi dinleyin AKP’nin genç dâhileri

O zaman, benim gibi biri, dilini tutamayıp, “Hani İslâm her şeyi halledecekti?” diye soracak. Ve bu sorunun sorulduğu her yerden bir tek yanıt çıkacak: “Ah hakiki İslâm bu değil ki!”

Hakiki İslâm hiçbir zaman olmadı zaten! İlk İslâmî devletin başarısının dinle falan ilişkisi yoktur. Birçok “devlet” gerçeğinde ve öyküsünde olduğu gibi tarihsel topludurumun (konjonktürün) mucizesi söz konusudur.

Yusuf Akçura, 1904 yılında yayınlanan kitabında, “Dinler, din olmak bakımından gittikçe siyasi ehemmiyetlerini, kuvvetlerini kaybediyorlar, içtimai olmaktan ziyade şahsileşiyorlar” (S.60) diye yazıyor. Siz 2012 yılında, Cumhuriyet’in siyasetini, eğitim ve öğretimini din ekseni üzerine oturtmaya kalkışıyorsunuz. Sadece yanlış siyaset uygulamakta kalmıyorsunuz, aynı zamanda, siyasi bağlamda çok ağır anayasal ve yasal suçlar işliyorsunuz. Bu ülkeye, birçok ülkeye olduğu gibi, barış ve huzuru laik düzen getirdi. Dinler biraz siyasal egemenlik kursun, bırakın Ortadoğu’yu, bütün dünyayı kan götürür. Laik okulun değerini bilin ve saygı gösterin. Ve benim “Genç dâhiler” lâfımı da ciddiye almayın. Latifedir!