İsrail Devleti terörle neyi hedefliyor?

Geçen hafta, İsrail’in en büyük destekçisi ABD, yeni başkanının yine Donald Trump olacağına karar verdi. Savaşı sonlandıracağını söyleyen Trump’ın aynı desteği İsrail’e verip vermeyeceği konuşulsa da, Amerika’da Trump’ı beğenen güruhun içinde kayda değer bir oranda siyonist Yahudi olduğunu biliyoruz.

Hakikaten İsrail'in işgali ve Filistin'deki insanlık suçları, yıllardır devam etmekte ve bu şiddet, derin bir insani krizle işaretlenmiş durumda...

Son yıllarda Ortadoğu’daki sözde "İsrail zaferi" üzerine tartışmalar ortaya çıkmış olsa da bu tür kavramlar genellikle savaşın derin ve endişe verici gerçeklerini gizler. Zira bir tarafta uzun seneler süren işgalde Filistinli kayıplar dehşet verici boyutlara ulaşmış, binlerce yaşam yitirilmiş ve sayısız insanın hayatı kesintiye uğramıştır.

Aileler parçalanmış, topluluklar yerinden edilmiş ve psikolojik izler derinleşmiştir. Bu bağlamda zafer iddiası, sıradan insanların yaşadığı acılarla karşılaştırıldığında her manada boş bir anlam ifade etmektedir.

Diğer tarafta harp, savaşçılarla sivil halk arasında ayrım yapmaz; şiddet döngülerini pekiştiren bir travma mirası bırakır. Öyle ki, sayısız İsrail askeri operasyonuna rağmen, somut bir çözüm hala elde edilememiştir.

Her tırmanan gerilim, kökleşmiş düşmanlıkları güçlendirmiş ve müzakereleri giderek daha içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Kalıcı bir barış anlaşmasına varılmaması, askeri stratejilerin ne taraflar için gerçek bir uzlaşma ne de güvenlik getirmediğini göstermektedir. Kesin bir zafer yerine, gerçeklik, karşılıklı güvensizlik ve derinleşen düşmanlıkla karakterize edilen bir siyasi çıkmaz söz konusudur.

ONUR, ADALET VE GÜVENLİK

Dünya olan biteni izlerken, zafer söylemlerinin insanlık suçları ithamlarıyla kirlenmesi, ahlaki değerler açısından durumu daha da karmaşıklaştırmaktadır. Bir tarafın algılanan zaferi genellikle karşıt bir tepki yaratır ve diplomatik ilişkileri öyle çıkmaza sokar ki, bu da İsrail örneğinde olduğu gibi askeri başarının uzun vadede diplomatik başarısızlıklara yol açabileceğini göstermektedir.

Askeri gücün yüceltilmesi, şiddet döngüsünü yalnızca daha da kötüleştirir. Gücü erdemle özdeşleştiren bir zihniyet yaratır ve diyalogla barış inşa etme potansiyelini göz ardı eder. Bu askeri yaklaşım, onur, adalet ve güvenlik gibi temel insani değerleri görmezden gelir.

ZAFERİ TANIMLAMAK

Bu gerçekler ışığında, zafer anlayışı yeniden tanımlanmalıdır. Gerçek başarı, masum sivilleri ve hastaneleri bombalamayı içeren askeri egemenlikte değil, anlayış, diyalog ve uzlaşma geliştirmede yatmaktadır.

"Diğerinin" insaniyetini kabul etmek, çözüm yolunda ilerlemek için kritik bir adımdır. Barış inşasına, topluluk katılımına ve karşılıklı tanımaya odaklanan girişimler, hem İsraillilerin hem de Filistinlilerin onur ve saygı içinde bir arada yaşayabileceği bir geleceğe giden yolu açabilir.

İsrail’in Filistin işgali yalnızca toprak mücadelesi değil, kimlik, tarih ve insan hakları arasındaki çöküşü ortaya koymuştur. Askeri zaferin peşinden gitmek, yalnızca bölünmeleri derinleştirirken geride silinmeyen acı izler bırakmaya devam etti.

Bu anlatıyı işgalden işbirliği ve birlikte yaşamaya kaydırmak zorunludur. Ancak bu bakış açısıyla kalıcı barışa ulaşmayı umut edebiliriz, zira bu barış tıpkı Güney Afrika örneğinde olduğu gibi tüm bireylerin hak ve yaşayışını onurlandıracaktır.

İSRAİL’İN KAYIPLARI

Gerçekten de bugün İsrail kendisini kazanan ilan edebilir, ancak mevcut şiddet ve çatışmalar nedeniyle hem askeri personel hem de siviller dahil olmak üzere akıl almaz kayıplar vermiştir. Toplum üzerindeki psikolojik etki de pek derindir.

Araştırmalar İsrail'in finansal kaynakları ve refahı olmasına rağmen, devletin Filistinlilere karşı agresif politikaları nedeniyle hakkın psikolojik olarak sağlıklı ve mutlu olmadıklarını göstermektedir. Birkaç milyon İsrailli travmadan ötürü ülkesini terk etmiştir.

1994 yılında Güney Afrika’da biten Apartheid rejimi bile bugün tüm dünyada sadece ayıplanmakta, üniversitelerde derslerde okutulmaktadır.

Burada sorulması gereken soru şudur: İsrail bu terörle gerçekten son tahlilde neyi hedeflemektedir?