İsrail sorununa hatalı bakışlar

Yıllar ilerledikçe derinleşen İsrail-Filistin gerilimi ülkemizde genel olarak hatalı ele alınıyor. Bu hatalardan dolayı, üretilmeye çalışılan çözümler de gerçek dışı ya da uygulanamaz oluyor. En sonunda elimizde dövünmek, sağa sola sövmek, ne idüğü belirsiz “uluslar arası topluma” çağrı yapmak ve beddua etmekten başka bir şey kalmıyor. Her krizde tekrarlanan bu kısır döngü, meselenin çözülebileceğine ilişkin umutları da kemirip tüketiyor. Bu yazıda hem hatalı bakışları hem de olması gerekenleri ifade edeceğiz.

1.Hata: Sorunu Müslüman – Yahudi çelişkisi olarak görmek

Sorunu çözümsüz bırakmak isteyen emperyalistlerle onların denetiminde olan radikal İslamcı ya da Yahudi gruplar kasıtlı olarak olaya din savaşı süsü vermektedirler. Bir tarafta İslam düşmanı söylemler havada uçuşurken diğer tarafta Yahudilerin gizli amaçları, vaat edilmiş topraklar türünden iddialar ve bazı komplo teorileri eşliğinde Yahudi düşmanlığı cirit atmaktadır. Bunlar belli oranlarda doğru olsa da din karşıtlığı üzerinden süreci okumak meselenin siyasi ve gerçek boyutunu örten bir rol oynamaktadır.

Gerçek, ABD emperyalizminin Baas ve benzeri milliyetçi-sosyalist yönetimler altında sömürgelikten kurtulan, hızla gelişen hatta birleşme eğilimine giren Irak, Mısır, Suriye, Libya gibi zengin kaynaklara sahip Arap ülkelerini tehdit edecek, giderek İran ve Türkiye gibi güçlü bölge ülkelerini de dizginleyecek güvenilir bir üs arayışıdır. İsrail, ABD emperyalizminin bölgedeki temel askeri gücüdür. Diğer her şey görüntüdür. Bu nedenle asıl düşman ve proje sahibi Yahudiler ya da Yahudilik değil, ABD’dir. Bu tespit önemli. Çünkü tehdidin kaynağını nasıl saptarsanız çözümü de öyle üretirsiniz.

2. Hata: ABD İsrail’i değil, İsrail ABD’yi yönetiyor yanılgısı

Birinci hatanın doğal bir devamıdır. Buna göre yasama organlarını ve Başkanı kuşatan, ekonomiye hükmeden ve İsrail’den yönetilen Yahudi lobisi sürekli ABD hükümetlerini yönlendiriyor. Falanca başkan yardımcısının, filanca senatörlerin ya da üst düzey bürokratların dini kimlikleri üzerinden de bu sonuca varılıyor. Bu teze göre ABD İsrail’i değil, İsrail ABD’yi yönetmektedir. Ve elbette bunu “gizli” ve “sapkın” dini emellerini gerçekleştirmek için yapıyorlar.

ABD’nin sermaye ihracına ve dolar saltanatına dayanan ve bunu gerektiğinde silahla gerçekleştirmek zorunda olan emperyalist niteliğinin göz ardı edildiği bir açıklama bu. Aslında ABD iyi de ah o lobiler yok mu! ABD Başkanını kandırıyorlar! 1915 olaylarına “soykırım” denmesi ile ilgili de ABD’yi değil Ermenistan’ı ya da Ermeni Lobisini baş sorumlu gören aynı kör yaklaşım bu. Bu yaklaşım hâlâ ABD’den İsrail sorununda çözüm beklemektedir. Zavallılar karşı lobicilik yaparak durumu düzeltebileceklerini zannediyorlar. Üstelik hangi dinden olursa olsun gelmiş geçmiş bütün ABD başkan ve yönetimleri ve şimdikiler açıkça “İsrail’in güvenliği önceliğimizdir” siyasetini ısrarla uygulamasına ve bunu açıkça ifade etmesine rağmen.

ABD emperyalizmi gibi somut ve gerçek bir hedef dururken bu tezler bizi soyut, görünmez, baş edilemez derecede güçlü ama gerçek dışı bir “Yahudi derin dünya gücüne” yönlendiriyor. Böyle amaçları olan radikal Yahudi örgütlenmeleri yok mudur? Vardır. Dikkatleri kendinden uzaklaştırmak isteyen emperyalizm radikal dini grupları her yerde birbirlerine karşı örgütler. Hâlbuki yalın gerçek şu: İsrail, ABD’nin Batı Asya’daki uydusu, üssüdür. Meseleye dini zaviyeden değil, gerçekler zemininden bakarsanız bu tespiti yaparsınız.

Bizim yıllarca Türkiye, İran, Irak ve Suriye’yi bölerek Akdeniz’e ulaşacak sözde Kürt koridoruna, “2. İsrail” adını vermemizin nedeni de bu. Dikkat edin, bölge “Yahudileştirileceği” için söylemiyoruz bunu. “2. İsrail” tanımı, ABD’nin bölgede İsrail dışında ikinci bir uydu amaçladığına yapılan vurgudur.

3. Hata: Filistin’i diğer cephelerden ayırmak

Sorunu Müslüman – Yahudi çelişkisi biçiminde koyup ABD emperyalizmini perdelediğinizde Filistin’de yaşananları da tekil bir dini çatışma olarak görüyorsunuz. Diyelim İsrail ABD’yi yönetiyor ve vaat edilmiş Batı Asya topraklarını adım adım ele geçirmek için onu kullanıyor. Peki, ABD Çin’i neden kuşatıyor? Rusya’nın bütün komşularını neden NATO’ya katmaya çalışıyor? Güney Amerika’daki askeri darbeler de Yahudilerin gizli emelleri için mi gerçekleştiriliyor? Hayır, hepsi emperyalist ABD’nin dünya egemenliğini korumak için yapılıyor.

Filistin davası dünya çapında emperyalizme karşı mücadelenin bir parçası. Doğu Akdeniz’de, Karabağ’da, Suriye ve Irak’ın kuzeyinde PKK kılığında, hendeklerde, Kıbrıs’ta, 15 Temmuz’da karşımıza çıkan ABD ile Filistin’deki ABD aynı. İran’ı, Suriye’yi, Rusya’yı, Çin’i, Libya’yı, Afrika ve Güney Amerika’yı hedef alan ABD de aynı.

Bu coğrafyalar aynı zamanda Filistin’in potansiyel müttefiklerini ifade etmektedir. Filistin’i “İslam Dünyasının sorunu” çerçevesine hapsederseniz, yarısı ABD denetiminde olan İslam dünyasıyla bu sorunu çözemeyeceğiniz gibi, dev bir ittifak potansiyelini de ıskalamış olursunuz. Böyle olunca da Filistin’i yalnız zannedersiniz.

4. Hata: Filistin’i yalnız zannetmek

Bizim basına, özellikle hükümet yanlısı basına bakarsanız Filistin yalnız, dünya vicdansız. Biraz kurcaladığınızda Kuzey Amerika ve Avrupa kamuoyundaki sessizlikten ya da İsrail’e verilen destekten yakınıldığını görüyorsunuz. Sorunu yaratan ve sorundan menfaati olanlardan çözüm dileniyoruz! Hükümetimiz de İran ve Suriye gibi Filistin direnişine askeri ve mali destek sağlayan devletler yerine Kuveyt, Ürdün gibi ülkelerle telefon diplomasisi yapıyor.

Filistin yalnız değil. Türkiye Filistin’le birlikte. İran ve Suriye Filistin’le birlikte. Çin ve Rusya açık bir biçimde bağımsız Filistin Devletini tanıdıklarını, İsrail’in uygulamalarının kanunsuz olduğunu ifade ettiler. Hatta Çin, Birleşmiş Milletler’de Filistin için çalışıp duruyor. Filistin Davasını salt Siyonizme değil, esas olarak emperyalizme karşı bir mücadele olarak ele alırsanız, Filistin’in Venezuela’ya kadar uzanan eşsiz potansiyelini görürsünüz.

5. Bize ne Filistin’den

İlk dört madde muhafazakâr çevrelerde görülen hatalardı. Bu ise kimi Atatürkçü ve milliyetçi çevrelerde görülen ortak bir hata. Bunlara göre zaten Araplar bizi zamanında sırtımızdan vurduğu için her türlü melaneti hak etmektedir. Topraklarını para karşılığında satanlar bunlar değil mi, şimdi çeksinler cezalarını. Hem, onlar yüzünden biz neden ABD ve İsrail ile aramızı bozalım ki?

Tarihi çarpıtmalar ve ırkçılıkla yoğrulmuş bu yaklaşım da meseleye bugünden bakmamaktadır. Türkiye’ye bugün yönelen tehdidin kaynağı ABD olarak saptanmadığı için Arapla ya da İslamla uğraşmak gibi çok yanlış yerlere savrulmaktadırlar. Bu güya “laik” tavır, Türkiye’nin “Araplaşmaması” ve “İslamlaşmaması” içi çözümü Batı’da aramaktadır. Atatürk ne yaptıysa, bunlar tersini yapmaktadır.

Çözüm

Tehdidin kaynağı ABD ise Filistin’in sırtını dayayacağı dünya anti-emperyalist dünyadır. Tarihi, siyasi ve insani nedenlerle sorunu çözmek isteyen Türkiye, Batı Asya’dan Uzak Asya’ya oradan Güney Amerika ve Afrika’ya uzanan cepheyi harekete geçirmelidir. Kritik adım Türkiye’nin Suriye ile işbirliği yapmasıdır. Normalleşme değil, işbirliği. Sürekli İsrail saldırısı altında olan, sürekli Filistin direnişine destek veren Suriye ile Türkiye’nin birbirine düşman olması, hele hele iki ülke de PKK tehdidiyle karşı karşıyayken bunun sürdürülmesi vatanseverlikle ve akılla açıklanamayacak bir tutum.

Üstelik Türkiye ve Suriye’nin Filistin’e destek, PKK/PYD’yi bitirme ve Doğu Akdeniz’de işbirliği zemininde yapacakları işbirliği Rusya ve Çin’in de bu cephede daha kararlı durmasını ve İsrail üzerindeki baskının artmasını sağlayacaktır. İran ise zaten Filistin direnişinde başrollerden birine sahiptir.

Türkiye; Filistin hükümeti ve direniş gruplarıyla birlikte Batı Asya’dan Uzak Asya’ya kadar ağırlığı olan ülkelerin katılımıyla bir Filistin konferansı düzenlemelidir. Burada siyasi, ekonomik ve askeri çözümler masaya yatırılmalıdır. Suriye’nin de bu konferansa davet edilmesi, çözüm için dev bir adım olacaktır.

E-ABONE OLMAK İÇİN TIKLAYIN