İşsizlik, eğitim ve devletçilik

Bir milletin en önde gelen kamu değeri, insan gücüdür. İnsan, üretici güçlerin merkezinde yer alır. Üretici güçlerin parçası olan her türlü araç, gereç ve bilgi, insan emeğiyle üretilmiştir. Yalnızca mal ve hizmetler değil, insani özün kendini en yetkin biçimde açığa vurduğu bilim, sanat ve kültür de, insan gücünün ürünüdür. Sınıflı toplumlarda ortaya çıkan “kültür” kavramı, “insan yapımı olan her şeyi” kapsar. Bu kavramın kökenini oluşturan “tarım” ve “ekin” sözcükleri, sınıflı toplumların oluşmasına yol açan ilk büyük devrimin temel üretim etkinliğine karşılık gelir.

İŞSİZLİK İNSANIN İNSANİ ÖZÜNÜ AŞINDIRIR

Doğal kaynakların çoğunun kullanımını ertelemek, istenilir olmasa da olanaklıdır. Ama üretimde kullanılmayan insan gücünü gelecekte kullanmak üzere depolamanın yolu yoktur. Onun için işsizlik, yani insan gücünün üretim işlevinden yoksun kalması, giderilmesi olanaksız bir verimlilik kaybına yol açar.

İşsizliğin yol açtığı toplumsal refah kaybı, üretim eksikliği ve işsiz kalanların geçimlerini sağlamada karşılaştıkları zorluklarla sınırlı değildir. İnsan, hayatını üreterek gerçekler. Üretim dışı kalmak, insanın insani özünü aşındırır. Sosyal devletin işsizlik destekleri, geçim sorununun çözümüne katkıda bulunsa da, insanın özündeki bu aşınmanın üstesinden gelemez.

Kapitalist sistem, insan değil, meta odaklıdır. Özel çıkarın tek yönlendirici olduğu bu sistemde işgücü de bir metadan ibarettir. Hayatın içeriği tüketime indirgenmiştir. İnsan, tükettiği kadar vardır. Onun için insani özün aşınmasından kaynaklanan kayıplar, kapitalist sistemde hiçbir toplumsal refah hesabında yer almaz.

Toplumcu sistemleri kapitalist sistemden ayıran temel ilke, özel çıkarın kamu çıkarına tabi kılınmasıdır. Özel çıkar, iktisadi işleyişin bütünüyle piyasa güçlerinin yönlendirmesine terk edildiği bir ortamın mutlak ilkesidir. Onun için özel çıkarı kamu çıkarına tabi kılmanın yegâne yolu, Atatürk Devrimi’nin Devletçilik İlkesi’ni yaşama geçirmektir.

TOPLUMSAL REFAHIN NİTEL İÇERİĞİ

İşsizlikle mücadele, bugün toplumsal refahı en çoklaştırmak için üstünde odaklanılması gereken alandır. Ancak toplumsal refah, bir nicelikten ibaret değildir. Refahın nitel içeriği de büyük önem taşır. Bu nitel içerik, ancak insanın üretim süreci içindeki yerinin kendi yetenek, birikim ve yönelimleriyle uyumlu hale getirilmesi sayesinde pekiştirilebilir. Yeteneklerin keşfedildiği, birikimin sağlandığı ve yönelimlerin şekillendiği alan, eğitimdir. O zaman eğitim sürecinin bireysel yetenek, birikim ve yönelimlerle ülkenin gereksinim duyduğu yetişmiş işgücü arasında uyum sağlama amacı doğrultusunda planlanması gerekir.

EĞİTİM YETENEK KEŞİF SÜREÇLERİYLE DONATILMALIDIR

Eğitimin yeteneklerin keşfini olanaklı kılan düzeneklerle donatılması yaşamsal bir önem taşır. Keşfedilen yeteneklerin kişisel yönelimlerle uyum halinde ülke gereksinimleri doğrultusunda yönlendirilmesi, eğitimde başarının temel ölçütüdür. “Seçkinci bir eğitim”, bu amaca hizmet etmez. Yetenek keşif süreçlerinin hiç kimseyi dışta tutmaksızın öğrenci kesiminin tümünü etkin bir biçimde kapsaması gerekir. En çok sayıda “seçkin”in bu süreç içinde kendiliğinden sivrilmesini sağlayacak olan yaklaşım, budur. Ülkenin insan gücünü inşada temel alınması gereken bu tutum, milletimiz açısından en değerli “maden tetkik arama” etkinliğidir. Doğal bir maden, keşfedilmesi gecikse bile yok olup gitmez. Ama keşfedilmeden kalan yetenek, hiç gün yüzüne çıkmadan yitip gider.

KAMU ÇIKARINI ÖNDE TUTAN AYDINLANMACI EĞİTİM

Eğitim, bilgi ve beceri birikiminin aktarılmasından ibaret bir etkinlik değildir. Dünyaya bakış açısı da, eğitim içinde şekillenir. Keşfedilip geliştirilen yeteneklerin ülkenin ihtiyaçlarına hizmet edecek biçimde yönlendirilmesi, ancak öğrencilerin kamu çıkarını özel çıkarın üstünde tutan ve bilime dayalı aydınlanmacı bir bakış açısıyla donatılmaları sayesinde olanaklı hale gelir. Böyle bir bakış açısı, ilgi alanlarına ilişkin kişisel yönelimlerle ülke ihtiyaçlarını bağdaştırmanın harcını oluşturur.

YIĞINAKTA YAPILAN HATA GİDERİLEMEZ

Eğitimde “doğru yığınak”, ancak ülke kalkınmasının gelecek on yıllarda gerekli kılacağı insan gücüne ilişkin isabetli öngörülere dayanarak yapılabilir. Yığınakta yapılan hatanın giderilememesi, askerlikteki gibi, hatta belki daha güçlü olarak eğitim alanında da geçerlidir. Kalkınma yolunun belirlenmesi ve öngörülen geleceğin bugünün eğitiminin yapılanmasına yansıtılması, ancak devletin öncülüğünde gerçekleştirilebilecek çok etkin ve kapsamlı bir planlamayı gerektirir. Günümüzde meslek dağılımını büyük ölçüde piyasa güçleri belirlemektedir. Üstelik meslek seçiminde odak noktasını, geleceğin piyasalarına ilişkin öngörülerden çok, geçmişin piyasalarında neyin gerçekleşmiş olduğu oluşturmaktadır. Bunun sonucunda ülkenin gereksinim duyduğu işgücü dağılımı ile mevcut işgücü arasında ortaya çıkan uyumsuzluk eğitimle yaratılmış olan birikimin israfına yol açmaktadır.

İster günümüzün en yakıcı sorununu oluşturan işsizlikle mücadelede, isterse geleceğin işgücünün yaratılması amacıyla bugünün eğitiminin planlanmasında olsun, Atatürk Devrimi’nin Devletçilik İlkesi, ülkemizin acil bir ihtiyacı olarak kendini dayatmaktadır.