İstanbul’un yeni kütüphaneleri
Bir konuda değil, her bir konuda toplumun ayrışarak – daha doğrusu ayrıştırılarak- kendi kutuplarına itilip, karşındakileri ötekileştirme sürecinin hızla yaşandığı bir ortamda, ne yazık birçok değeri görmemezlikten gelip, ıskalayıp gidiyoruz… Bu ıskalama sürecinde “bizden olanla”, “bizden olmayan” gibi yapay bir sınıflandırmanın, taraftarlığın ya da ne bileyim karşıtlığın içinde nesnel ölçütleri kullanma tavrımız bile değişim-dönüşme uğrayarak değerini yitirip gidiyor. Bizden olanların iyi, güzel, olumlu, bizden olmayanların ise kötü, değersiz, önemsiz sayıldığı, olgulardan çok algıların öne çıkıp ağırlık kazandığı sevimsiz bir süreçten geçiyoruz…
Ama iyi ki kitaplar var… Farklı görüşlerde olanları bir araya getirip, aynı paydada buluşturan, kaynaştıran, benzer keyifler ve heyecanlar içinde tartıştırıp, sayısız hazlar yaşatan…
Geçtiğimiz hafta sonu Beyazıt Devlet kütüphanesi müdürü Ramazan Minder’in daveti, Fatih Belediyesi’nin organize ettiği bir geziyle, İstanbul’da yeni açılan kütüphaneleri gezdik. Akademisyen, yazar çizer ve de kitap meraklılarının katıldığı oldukça kalabalık gruba; önce belediye binasının galerisinde yeni açılan bir sergiyle, devasa boyutlardaki yeni kütüphanesi gezdirildi, ardından da Cerrahpaşa semtinde aynı adla açılan bir kütüphaneye gidildi. İlki gibi çağdaş bir görünüme sahip olan bu kütüphaneden sonra da hemen yakınlarında olan, Medrese Davutpaşa’ya geçildi. Aslına uygun olarak restore edilip, kapılarını ihtisas öğrencilerine açan bu medreseden sonra ise Kadırga Sanat Akademisini geçildi… Aynı anda üç-dört serginin birden açılabildiği, çağdaş bir mimariye sahip Kadırga Akademisi’nde, günümüzün yaşayan en önemeli kaligrafi ustası Etem Çalışkan’ın “Aşk Olsun” sergisiyle, babasının izinden giden genç sanatçı Neslihan Kuşoğlu Öztürk’ün “Namevcut” sergileri görüldü. Devasa bir binanın orta katının galeriye, üst katının ise kütüphaneye ayrıldığı Kadırga Akademisi aynı zamanda bir eğitim merkezi olarak da hizmet veren çok işlevli bir kültür-sanat kurumu özelliğine sahip. Mimarisi ve albenisiyle adeta Kadırga’nın tam orta yerinde bir orkide gibi kendini fark ettiriyor… Gezinin son durağı ise –benim gidemediğim- ama gidenlerin gönderdiği fotoğraflardan gitmiş gibi olduğum, restore edilen Yedikule Hisarı olmuş…
Bir çok kentin meydanlarıyla sahillerinin çatala takılı köfte, karpuz, kavun, çaydanlık ve de bornozlu horozla donatıldığı bir dönemde, aynı partiye mensup bir başka yerel yönetimin açtığı kütüphaneleri, çağdaş tüm sanatlara açık galerilerini ve de tarihi eserlere yönelik yenileme çalışmalarını görmezlikten gelmek sanırım biraz haksızlık olur. Dileriz ki bir kenti güzelleştiren, onun değerlerine değer katan bu tür çalışmalar, kısır politik çekişmelerin içinde yok olmayıp çoğalarak her bir ilçemize giderek kentlerimize yayılarak çoğalsın, bunun tek kazananı ise kentlerimiz, geleceğimiz olsun…
Elbette ki kütüphaneleri açmak çok önemli. Ama onun kadar önemli olan bir diğer şey ise, o kütüphanelerin içini dolduracak olan kitapların çoğalmasına da ağırlık vermek. Örneğin bu konuda Zeytinburnu ve Eyüp belediyeleri ön sırada. Öylesine ön sırada ki, örneğin yalnızca Zeytinburnu ve Eyüp belediyesinin bastığı kitapların nitelik ve nicelik olarak üstünlükleri, her zaman kültür ve sanatın yanında olduğunu iddia eden bir partinin mensubu olan yerel yönetimlerin tüm Türkiye çapında bastıklarından çok ama çok daha fazla… Bir tarafta tek bir ilçe, diğer tarafta bir başka partinin Türkiye’deki tüm ilçeleri… Korkunç bir uçurum… Bu da biraz düşündürücü, üzücü, sorgulanması gereken önemli bir durum değil mi? Bazen neşteri, acı da olsa, kendi saflarımıza vurmak da gerekiyor…
Kısacası bir yanda kitap basıp kütüphane açanlar var, bir diğer yanda ise basılmış kitapların ön sayfalarını yırtarak onları kimliksizleştirdiklerini sanan bir zihniyet… Garip bir paradoks…
Bizim gördüklerimizi, birileri görmüyor, ya da görmek istemiyor mu acaba?