İyi ki doğdun benim güzel sinemam...

Bugün 14 Kasım... Yani; resmi ideolojinin anlaşılmaz - ve bir o kadar da anlatılmaz- dayatmasının bir sonucu olarak uzun bir süreden beri kutlana gelen ve bundan böyle de kutlanmaya devam edecek olan Türk sinemasının doğum günü...
Bir türlü “iyi ki doğdun...” diyemiyoruz sinemamıza. Doğduğunu biliyoruz da, ne zaman doğduğu meçhul. Birileri çıkmış 14 Kasım olsun demiş, o deyiş...O günden bugüne, hiç sorgulanmadan, araştırmadan, bilmeden, ya da bilip de görmemezlikten gelinerek 14 Kasımlar sinemamızın doğumu günü olarak kutlana gelmiş.
Bizim coğrafyamızda, tanımlama kolaylığı edinilmiş eğilimleri değiştirmek sanıldığı gibi öyle pek kolay olmuyor... Söylentiler her zaman gerçeğinden beterdir deler ya, çok doğruymuş. İsteseniz de kimi yanlışları değiştiremiyorsunuz...
Defalarca yazıp-çizdiği gibi Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nden dem vurup, hem anıt ,hem de Fuat Uzkınay üzerine bir şeyler söyleyecek değiliz. Söylenenlerin bir çoğu bu konuyu yenileyecek yerde yineliyor, yineledikçe de bir kat daha anlaşılmaz, içinden çıkılmaz oluyor.
Belge yoksa, tarih de yok derler... Doğrudur... Ama bizim resmi tarihimiz çoğu zaman belgelere dayanmaz, söylentiler üzerinden seyreder. Çünkü her zaman; Baltacı ile Katerina’nın o herkesin düşlerinde, biraz milliyetçilik, birazın da ötesinde erotik çağırımlarla takılıveren bir çadır buluşması, bir çok belgeden daha gerçek ve de daha ilginç gelir bize. Çünkü; buradaki mahremiyet olgusunun beraberinde getirdiği davetkarlık, aynı zamanda gücün Türklükle bütünleştiği bir olgunun da kamuflesi oluverir. Çık, çıkabilirsen işin içinden...
Sinemamızın doğum günü de işte böyle bir şey...Yıllardır işin içinden bir türlü çıkamıyoruz... Ya da pek çıkmak istemiyoruz... Çünkü bu durum bir çok çevrenin işine geliyor.
Kimlerin mi? Tek tek sayalım...
Önce siyasal iktidarların bildik, alışıldık ideolojileri buna karşı... Onca bilgi-belgeye rağmen hala diretiyorlar (doğrusu diretir gibi yaparak işi geçiştiriyorlar). Çünkü, 14 Kasım 1914’de Fuat Uzkınay’ın çektiği Ayastefanos’taki Rus Abidesi’ni ilk Türk film saymazsak, -ki saymıyoruz- ondan önce çekilmiş filmlerin durumları pek iyi değil...Bu iyi olmama hali filmlerin öncülüğünden ve de var olup olmamalarından değil de, çekenlerden geliyor. Birisi Polonyalı bir Leh Yahudisi, diğeri ise tüm balkanların sahip çıkıp, bizim görmemezlikten geldiğimiz Manaki Kardeşler...
Oysaki bugün kimi çevrelerce yadsınan Sigmund Weinberg, bu coğrafyada sinema adına sayısız öncülüklere imzasını atan çok, ama çok değerli bir kişi. Daha 1898’de Osmanlı ordusunu filme almak için Sultan II. Abdülhamit’e bir mektup yazıyor ve ardından da 1908 yılının sonbaharında sultanın Hamidiye Camiinde gerçekleşen Cuma selamlığı ile seçimleri filme alıyor. Ayrıca Sultan Reşat’ın 1911’deki Rumeli Gezisine, onun isteği doğrultusunda katılarak film çekiyor. İlk filmlerini çektikleri tarih 1908. Yani 1914’ten 6 yıl önce.
Diğer bir ilk de Manaki Kardeşler...Bütün Balkan ülkelerinin sahip çıktığı bu kişilere, çektikleri film kutusunun üzerinde Türkiye yazmalarına rağmen sahip çıkmayan tek ülke; Türkiye....Onca bilgi-belgeye rağmen daha hala da çıkmamakta inat ediyoruz. Oysaki Manakilerin sinemaya ilk adımlarını attığı tarih 1907... Yani 1914’den 7 yıl önce...
Evet....1914 nerede 1907 ve 1908 nerede...
Bir de, onca belgeden sonra, hala Ayastefanos’la uğraşıp, .bu konuda buldukları her haberle - ya da yaptıkları tez ve kitaplarla - Türk sinema tarihini değiştirdiklerini iddia eden bir takım akademisyenler var ki (istisnaları tenzih ederim) , onların durumu ise resmi ideolojinin tutuculuğundan daha beter... (Çünkü bu filmi de ellerinden alacak olursak yapacakları bir şey kalmayacak. Çünkü hala Türk sinema tarihinin bu filmle başlayıp, bu filmle bittiğini sanıyorlar)
Şimdi gel de inan, belge yoksa, tarihin de olmayacağına...
Yine de, kutlu olsun doğum günün benim güzel sinemam.....