Joker’in aşk yangını

Tam beş yıl önce, 4 Ekim 2019’da bu köşede “Amerikan rüyası ölü ya da diri aranıyor” başlıklı yazımda ilk “Joker” filmini değerlendirirken, “Hollywood’un bariz kodları açısından bakıldığında Amerikan Rüyası’na mutlaka hayat öpücüğü verilip kalp masajı yapılması, hatta hortlatılması gerektiğini savunan Yeni-Sağ filmlerin son ve estetik örneklerinden biri” demiştim.

O filmin de yönetmeni olan Todd Phillips sinemalarımızda bugün gösterime giren devam serüveni “Joker: İkili Delilik”te, Joker karakterine damga vuran ve günümüzde Yeni-Sağ’ın alt kümelerinden biri olan anarşizmden de vazgeçerek bir slogan atıyor ortaya: Kurtuluşun yolu tımarhaneden geçer!

Aralarında ünlü bir televizyon yıldızının da bulunduğu beş kişiyi (aslında annesi dahil altı kişi olduğunu öğreniyoruz) öldürdükten sonra cezaevi koşullarının hüküm sürdüğü bir akıl hastanesine kapatılan Arthur Fleck (Joaquin Phoenix), mahkemeye çıkacağı günü beklemektedir. Avukatı (Catherine Keener) cinayetleri Arthur’un değil, diğer kişiliği Joker’in işlediğini söyleyerek beraat talep ederken savcı elektrikli sandalyeye oturtulmasından yanadır.

Akıl hastanesinde, “yangıncı” genç kadın Lee Quinzel’le (Lady Gaga) tanışan kahramanımız hayatında ilk kez aşk duygusunu tadar ve kendisini bir “kurtarıcı” olarak gören dışarıdaki kitleleri değil bu duyguyu önemsemeye başlar.

Cezaevindeki başgardiyan Jackie’yle (Brendan Gleeson) keyfe keder bir ilişkisi bulunan Arthur, ilk duruşma geçtikten sonra avukatını da reddeder ve savunmasını kendisi yapmaya başlar. Sevgilisinin deliliğinden ve kişiliğinden bazı sürprizler ortaya çıkarken, Gotham kenti de anarşist kahraman Joker’e kucak açmış, dönüşünü beklemektedir.

TIMARHANE VE MAHKEME FİLMİ

Ağırlıklı olarak tımarhane ve mahkeme salonunda geçen “Joker: İkili Delilik”, yolu ara sıra sinemaya da uğrayan ünlü şarkıcı-söz yazarı Lady Gaga’nın kadrodaki varlığına hürmeten olsa gerek, bol şarkılı ve danslı bir müzikal yapısında akıp gidiyor.

Ama aklınıza, müzikal filmlerin hareketli, neşeli, curcunalı atmosferi gelmesin; Todd Phillips, karanlık, bedbin, yavaş, içe dönük şarkı-türkü ve dansların eşliğinde, infaz sisteminin, yargılama safhasının ve delicesine aşkın anlatımını gerçekleştiriyor.

Karakterlerin psikolojik derinliğini gayet başarıyla yansıtan ama seyirciyi selefi kadar oyalayamayan, 138 dakikalık süresinde yer yer sarkmalara uğrayan, beş yıl önceki filme hoş göndermelerde bulunan, hayatımda görmediğim kadar çok sigara içilen bir film var karşımızda.

Sezen Aksu’nun “İkili Delilik” şarkısında dediği gibi, Joker de tüm insani ve şeytani özellikleriyle, “Sanki aşkı öğütmeye programlı gibiyiz / Aslına bakarsan insan olarak iyiyiz / Ama daha fazlasını isteme benden yalvarırım / Ben bittim artık kalmadım” diyor gibi geldi bana!

OYUNCULUK SANATININ HATIRINA

Basın gösteriminde, İstanbul’un görece uzak bir köşesinde, Bakırköy’deki Marmara Forum’un salonunda IMAX teknolojisiyle seyrettiğimiz filmden sonra, ithalatçı şirketten genç bir hanımefendi yanımıza gelerek, “Felsefesini boş verin, onu sonra konuşuruz, iş nasıldı iş?” diye sordu.

Filmin “felsefesinden”, salondan çıkar çıkmaz da sonrasında da konuşacak fazla bir şey yok açıkçası; tıpkı Gotham’daki müritleri gibi, Joker’den büyük çözümler bekleyen, yeni “arınma geceleri” yaşamak isteyen sinemaseverleri hayal kırıklığına uğratabilecek, “felsefesiz” bir film bu.

Todd Phillips, beş yıl kadar sonra yeni bir devam filmine göz kırpan finali de dahil, “Joker: İkili Delilik”te kaotik felsefi fırtınalardan, isyan ateşi sembollerinden hayli uzak durmuş.

“İş”in nasıl olduğuna gelince; şu kadarını söyleyeyim ki salonları doldurup taşıracak bir filmle karşı karşıya değiliz. Yine de Joaquin Phoenix ve Lady Gaga’nın iki kaşık gibi iç içe geçişleri ve oyunculuk sanatı adına sergiledikleri başarı hatırına seyredilmesi gereken bir “iş” çıkmış ortaya.