Jura Soyfer’den Clemens Holzmeister’e iki ülke, iki örnek…

Bu iki ülkede yaşama şansı bulamayanlar bir yolunu bulup ülkelerini terk etmek isterler. Kaçamayanlar ise toplanıp Hitler'in toplama kamplarına götürülürler. Milyonlarca insan toplama kamplarında öldürülürler. İşte bu  dönemde Almanya ve Avusturya’dan aydınlar kaçmaya çalışırlar. Bu aydınların bir kısmı Türkiye ve bir kısmı ise günümüzde de exil ülkesi olarak kabul edilen İsviçre'ye kaçmak zorunda kalmışlardır.

İsviçre, Almanya ve Avusturya’ya yakındır, oraya kaçmanın daha  kolay olacağı düşünülür. İsviçre’ye de onlarca yazar iltica için başvurur.  Başvurunun kabulü konusunda Bundesanwaltschaft karar vermektedir.  Sosyal demokratlara, pasifistlere, partisiz entelektüellere iltica tanınır ancak komünistler ilticaya uygun bulunmaz ve kendilerine iltica tanınmaz. Ayrıca insanların kökeninden dolayı baskı görmeleri iltica nedeni kabul edilmez. Yani Yahudilere politik iltica tanınması ve onlara oturma izni verilmesi sürekli reddedilmiştir. Onun için de İsviçre sürekli ilticacılar için geçiş ülkesi olmuştur.

Avusturya’nın tanınmış yazarlarından başta Robert Musil olmak üzere  bir kısım yazar İsviçre’de kabul görürler  ancak o ülkede uzun süre kalamazlar, İsviçre’den başka ülkelere dağılırlar. 

Bu biraz daha şanslı yazarların yanında İsviçre’de kabul görmeyen ve hatta İsviçre’ye bile ulaşmasına engel olunan Avusturyalı yazarlar da vardır.  Birçoğu sınırdan geri çevrilirler. Bunlardan birisi, Viyanalı yazar Fred Wander’dir. Fred Wander Mayıs 1938 yılında Tirol’den Nauders bölgesinden İsviçre’ye geçmeyi başarır.  Geçer geçmesine ama İsviçre’de tutuklanır ve Fransa’ya gönderilir. 1942  yılında Fransa’dan İsviçre’ye tekrar geçmeyi dener. Bu sefer de İsviçre polisi tarafından yakalanır, herhangi bir mahkemeye sevk edilmeden, Nazilere teslim edilir. İsviçre polisi tarafından Nazilere teslim edilen Viyanalı yazar Fred Wander, Nazilerin meşhur toplama kampı olan Auschwitz’e götürülür. İsviçre’ye kaçışlarını konu alan anılarını, anı kitabı “Dasgute Leben” ve romanı “Hotel Baalbeck” kitaplarında anlatır. Avusturya’nın savaş sonrasının önemli yazarlarından birisi olarak kabul edilen Fred Wander “Dasgute Leben” adlı anı kitabında kaçışı ve İsviçre polisinin tavrını şöyle anlatır: “Eylül 1942 tarihinde İsviçre’ye başarısız olunan kaçış denemelerinde, İsviçre polisi Almanlara çok sayıda Yahudi ilticacıları teslim etmiştir. Acımasız bir şekilde beni de altı kişinin kalmak zorunda bırakıldıkları küçük ve çıplak bir hücreye attılar. Adi suçlular gibi ellerimiz zincirlere bağlı bir şekilde  Fransız sınırına  getirildik ve orada Vichy polisine teslim edildik. İsviçre’de de çok ciddi şekilde faşist polis bölümü vardı.”

Diğer İsviçre’ye geçemeyen yazar ise  Jura Soyfer’dir. Arkadaşı Hugo Ebner ile kayak turuna çıkmış gibi İsviçre’ye geçmeye çalışan Jura Soyfer, 13 Mart 1938 tarihinde gümrük görevlileri tarafından tutuklanır ve Feldkirch Eyalet Mahkemesine teslim edilir. Jura Soyfer ismi Viyana’da bir sokağa ve bir tiyatroya ismi verilecek kadar önemli bir yazın adamıdır. 

Peki kimdir Jura Soyfer? Jura Soyfer 1912 yılında bir Yahudi ailesinin çocuğu olarak Ukrayna’da doğar. 1920 yılında Viyana’ya ailecek göçerler. J. Soyfer sosyal demokrat gazetelerde çalışır ve tiyatro oyunları yazar. 1934 sonrasında tiyatro eseri “Mittelstücke” Viyana ve Budapeşte’de sahneye konulur. Onun dışında şiirleri ve yazıları Wiener Tag, Deutsche Freiheit ve New Writing gazetelerinde  yayınlanır. 13 Mart 1938 tarihinde İsviçre sınırında tutuklanır ve Avusturya gümrük görevlilerine teslim edilir. Teslim sonrası Nazilerin meşhur toplama kampı Buchenwald’e götürülür. 1939 yılında İsviçrelilerin Nazilere teslim ettikleri Jura Soyfer, Buchenwald toplama kampında tifüs hastalığından ölür.

MARGARETE  SCHÜTTE-LİHOTZKY VE CLEMENS HOLZMEİSTER

Peki aynı dönemde Avusturya ve Almanya’dan Atatürk'ün Türkiye'sine sığınanlar ne durumdaydılar? Mustafa Kemal Atatürk’ün genç Türkiye’si yeni kurulmuştur. Yetişkin kadrosu çok sınırlıdır. İlkokuldan üniversitelere,  sanayiden tarıma oradan mimariye kadar çeşitli alanda görev yapacak insana ihtiyaç vardır. Cumhuriyet kuruluş sürecini yaşamaktadır. Savaştan yeni çıkmıştır ülke, 1930'lu yılların sonu 1940’lı yılların başında özellikle Avrupa'da savaş vardır.

İnsanlar düşüncelerinden ve köklerinden dolayı Avrupa’da katledilmektedirler. Alman faşistlerinin katliamından kaçanlardan 1933 ile 1944 yılları arasında yedi yüz ile sekiz yüz arasında aydın, profesör, öğretmen, mimar, yazar ve çeşit çeşit meslekten insanlar vardır. Türkiye'ye, Atatürk Cumhuriyetine hoş gelmişlerdir. Kendileri baş tacı edilirler. Türkiye’de kaldıkları süre içerisinde devletin olanaklarından en iyi şekilde faydalanırlar, kendilerine ev olanakları sağlanır ve ayrıca kendilerine en yüksek devlet memurunun aldığı maaş oranında maaş bağlanır. Kendilerinden beklenti, ders kitapları yazacaklardır, Türk eğitimine katkıda bulunacaklar, uzmanlık alanlarında çalışacaklardır.

Cumhuriyetin başkenti Ankara’ya yolunuz düşerse mutlaka bakanlıklara uğrayın ve Türkiye Büyük Millet Meclisi binasına uzaktan da olsa bir bakın. Merkez Bankası, Yargıtay, İçişleri Bakanlığı, Sanayi ve Tarım Bakanlığı, Emlak Bankası, Çalışma Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı binalarını mutlaka görün. Bu binaları ve daha nicelerinin mimarı Avusturyalı Clemens Holzmeister’dir. Clemens Holzmeister Viyana Akademisindeki (Wiener Akademie) görevinden 1938 atılmıştır. Nedeni Naziler, Holzmeister’in mimari anlayışını beğenmemiştir. Akademiden atıldıktan sonra 1939 ve 1954 yılları arasında Türkiye’de kalır ve Ankara’da yukarıda belirtmiş olduğum binaların da içinde olduğu on bir binanın mimarı ve üniversitede hoca olarak çalışır. 

Tanınmış Avusturyalı şahsiyetler arasında başka birisi daha vardır.  2000 yılı ocak ayında 103. yaşında hayata gözlerini yuman mimar  Margarete  Schütte-Lihotzky’dir. Margarete  Schütte-Lihotzky ve eşi 1937 yılında Sovyetler Birliği’nden  dönerler. Evliliğinden dolayı Alman vatandaşlığı alır ancak Almanya'ya dönmek istemezler. Paris'e giderler, orada bir yıl kalırlar. Ancak yaşam şartlarını bir türlü sağlayamazlar ve Londra üzerinden İstanbul’a giderler. Margarete Schütte-Lihotzky ve eşi Türkiye'de yaşayan Avusturyalı mimarlar Clemens Holzmeister ve  Herbert Eichholzer ile Türkiye'de Milli Eğitim Bakanlığına bağlı kadın meslek okullarının yapımında çalışırlar. Türkiye’de yaşayan Avusturyalı aydınlar ayrıca  politik çalışmalarını devam ettirirler. Savaş sonrasında ülkesine dönen ve Türkiye’de Milli Eğitim Bakanlığının okullarında çalışmış olan Margarete  Schütte-Lihotzky’e  Avusturya Sosyal Demokrat Partisi tarafından resmi işler için ambargo uygulanır. İlk defa 97 yaşında Viyana Belediyesine ait ufak bir iş verilir. Burada kadınların 60 yaşını dolması durumunda normal emeklilik haklarının dolduğunu 55 veya 56,5 yaşında da erken emekliliğe ayrılabildiklerini hatırlatmakta yarar vardır.  98 yaşında da kendisine Viyana Teknik Üniversitesi tarafından onur doktorası verilir. Ancak 97 yaşında kendisine Viyana Belediyesi tarafından iş verilen ve 98 yaşında da Viyana Teknik Üniversitesi tarafından onurlandırılan Margarete Schütte-Lihotzky’e Türk Cumhuriyeti tarafından okul yapması için çoktan iş olanakları sağlamıştı. Onur doktorası töreninde yapmış olduğu konuşmada Margarete  Schütte-Lihotzky geç gelen onurlandırmayı eleştirir ve “Bu onurlandırma biraz geç olmadı mı?” diye sorar. 1999 yılında da kendisi, Avusturya gazetelerinin birisinin düzenlemiş olduğu 20. yüzyılın kadınları anketinde Romy Schneider’in arkasında beşinci sırada yer alır.
Bu iki önemli şahsiyetin yanında Avusturya ve Almanya’dan gelen başka aydınlarda Türkiye’de yaşama ve çalışma şansı bulmuşlardır. Bunlardan en önemlilerinden birisi de İkinci Dünya Savaşı sonrası Berlin’in ilk Belediye Başkanı olan Ernst Reuter’dir. Alman Fritz Neumark Türkiye’de çalıştığı süre içerisinde, Türkiye'nin ilk Ticaret, Telif  Hakkı ve Gelir Vergisi Kanunlarını hazırlar ve yıllarca İstanbul Üniversitesinde ders verir. Margarete  Schütte-Lihotzky’nin arkadaşı, Rosemarie Heyd Burkart ile Leo Spitzer  İstanbul Üniversitesi’nde seminer salonunu yaparlar. Hitler mezaliminden kaçanlardan çocuk doktoru karı koca Erna ve Albert  Eckstein Türkiye’deki çocuk ölümü oranını çabaları sonucunda  yüzde 20’den yüzde12’lere düşürmüşlerdir.

Müzik alanında da çalışmalar dikkatleri çekmiştir; Paul Hindemith Almanya’dan kaçmış, Avrupa müziğini Türkiye'de tanıtma çabaları vermiştir. Berlin’den Türkiye’ye kaçan Carl Ebert, Beethoven’ın Fidelio operasını Türkiye'de ilk defa sahneye koymuştur.

Avusturyalı George Tabori İngiliz gazeteci olarak İstanbul’da yaşamış ve  “Beneaththe Stone the Scorpion” kitabını yazmıştır.

20. yüzyılın önemli mimarları, yazarları, sanatçıları kısaca aydınları Türkiye’ye kaçarak yaşamlarını kurtarmışlardır, beraberlerinde de mesleklerini bilgilerini getirerek genç Türkiye Cumhuriyetine önemli katkıları olmuştur. Birinci sınıf insan olarak kabul görmüşler, çalışmışlar, her gurbetçinin beklemiş ve beklemekte oldukları ana dillerindeki sevinçli geriye dönüş çağrısını beklemişlerdir. Günü gelince de dönmüşlerdir ülkelerine.

Burada iki önemli Avusturyalı yazar Fred Wander ve Jura Soyfer’in İsviçre deneyimlerini  ve gene Avusturyalı iki mimar olan Clemens Holzmeister ve Margarete Schütte-Lihotzky’nin Türkiye deneyimlerini örnek alarak ufak bir hatırlatmakta fayda olduğunu düşünmekteyim.

KAYNAK:

Jura Soyfer, Herrlichen Zeiten entgegen, Europaverlag

Margarete Schütte-Lihotzky, Errinerungen aus dem Widerstand, Promediaverlag

Wienerzeitung, Extra,  25/26 Ocak 2002, sayfa 5

Ulrike Oedl, Exilland Schweiz www.literaturepochen.at