Kadınların gücü adına vuruşanlar

Sam Raimi 1995’te “Hızlı ve Ölü”yü (The Quick and the Dead) çektiğinde western tarihinde “Zafer Mükafatı-Annie Get Your Gun” (1950), “Silahşorler Kraliçesi-Calamity Jane” (1953), “Dişi Kartal-Johnny Guitar” (1954), “Kanunsuz Silahşor-Cat Ballou” (1965) gibi kadınların ön planda olduğu çok sayıda film vardı ama erkeklerin dünyasındaki kadın silahşor Sharon Stone yine de çeşitli nedenlerle garipsenmişti. Çünkü beyazperdede cinsler arası eşitliğin, kadınlar ancak erkeklerin arasında erkek gibi davrandıklarında sağlanabileceği şeklindeki anlayış yapımcılarda da seyircide de sürüyordu. Öte yandan, özellikle de erkekler tarafından yazılıp yönetilen filmlerde silahlı külahlı kadın görmek, türün klişelerini belli ölçülerde zedelemekte, esnetmekte, yumuşatmaktaydı.

Mesele, kadınların haklarını silahla savunması, ata binip sağa sola ateş etmesi, görevi çatışarak yerine getirmesi değildi; bunları yaparken ille de “erkek gibi” olmaları gerekiyordu. Nicholas Ray’in “Johnny Guitar”ının ya da çok sonraları, 2003’te Quentin Tarantino’nun “Kill Bill”inin pek çok açıdan istisna oluşturduklarını belirterek, “Charlie’nin Melekleri”nde bile üç becerikli karakterin, kadın gibi değil yalnızca bir erkek tarafından yönetilen üç güzel tetikçi gibi davranmak zorunda kaldıklarını, onları birer kadın olarak tanıyamadığımızı not düşelim.

MİRAS, WASHINGTON’IN AJANINDAN

Benzer manzara, ajan filmleri için de söz konusu. 2019’daki “X-Men: Dark Phoenix”teki başarısızlığıyla tanınan İngiliz yönetmen Simon Kinberg’in ikinci uzun metraj filmi “Kod: 355” (The 355), her iki boyutu da içermesi bakımından iyi bir örnek. Filmin, uluslararası bir komplo örgütünün peşindeki beş kadın ajan-görevli karakteri, yoğun olarak “erkeklerden farksız” davranmakla birlikte, eş-aile-çocuk-sevgili duygularını da işin içine karıştırmaktan geri durmuyorlar.

Sinemalarımızda bugün gösterime giren film adını, ABD ve İngiltere’de kadın ajanlar için halen kullanılan kodlamadan almış. Kodun kökeninde ise Amerikan Bağımsızlık Savaşı sırasında George Washington için çalışan, adı bilinmeyen bir kadın ajan varmış. Kinberg’in filminde de Amerikalı, İngiliz, Alman, Kolombiyalı ve Çinli kadın ajanların, her türlü yazılım sistemine girip bozmayı başararak dünyanın başına bela olacak bir bilgisayar programını ele geçirme mücadelesi anlatılıyor. Ama ne mücadele! Paris’ten Marakeş’e, oradan Shanghai’a uzanan kentlerde onlarca erkeğin hakkından tekme, yumruk ve makineli tüfekleriyle geliyor, bir sürü oyunu bozuyor, evde yemek yapan eşleri, sevgilileri, çocuklarıyla da mümkün olduğunca ilgileniyor, en sonunda da sarılıp kucaklaşarak çakçak yapıyorlar.

KURŞUNLAR VIZILDARKEN

İçlerinde yalnızca Kolombiyalı Graciela (Penelope Cruz) saha ajanı olarak yetiştirilmemiş, daha çok işin psikolojik boyutuyla ilgili. Evi barkıyla en çok ilgilenen de o zaten. Diğerleri Amerikalı Mace (Jessica Chastain), Alman Marie (Diane Kruger), İngiliz Khadjiah (Lupita Nyongo), Çinli Lin Mi (Fan Bingbing), erkeklerin her türlü entrikası karşısında kurşunları vızıldatıyorlar. Cadde ve sokaklarda da gökdelenlerin çatı katında da vuruşan kahramanlarımız, bir yönüyle Ridley Scott’ın “Thelma ve Louise” (1991) filmindeki gibi adeta feminist manifesto yükseltiyor sinema salonlarında.

Senaryoya kadın eli değmekle birlikte yönetmen de kadın olsaydı nasıl bir film çıkardı diye merak etmemek elde değil. Bu haliyle yeterince derlenip toparlanmamış, dağınık ve karışık, ağırlığı aksiyona vermiş bir film niteliğinde “Kod: 355”. Çok parlak isimlerden oluşan oyuncu kadrosu, beklentileri karşılamaktan uzak ne yazık ki. Yine de DorisDay’den, JoanCrawford’dan, Sharon Stone’dan, Uma Thurman’dan aldıkları bayrağı yere düşürmüyorlar. “Şimdilik bu kadarına da razıyız” diyen kadın ve erkek sinemaseverler için haftanın tercihi olabilir.