Kafka'nın kentinde

Prag'da saat on ikiye geliyor. Eski belediye binasının tarihi kulesinin dibine insanlar toplanmış. Az sonra küçük kapılar açılacak, figürler dışarı çıkacak, çanlar çalacak. Fotoğraf makineleri ayarlanmış, bekleşiyor Amerikalılar, Japonlar ve ötekiler... Birden Arnavut kaldırımı yolda nal sesleri. Kara bir fayton görünüyor. Üstü açık. Atlar kara, melon şapkalı faytoncu da. Sadece yolcuları beyazlar içinde. Gelinle damat, ellerinde çiçekler iki de küçük kız. Kulenin tam dibinde duruyor atlar. Aynı anda çanlar başlıyor çalmaya. İnsanlar heyecanlanıyor. Bir kıpırdama. Kulenin açılan küçük kapılarından ölümle azizler çıkıyor peş peşe. Yüzlerce fotoğraf makinesiyle cep telefonları aynı anda birkaç bin fotoğraf çekiyor. Sonra çanlar susuyor. İnsanlar ağır ağır dalıyor kentin sokaklarına.

Büyük alana doğru yürüyoruz. Sıra sıra faytonlar, üstü açık tarihi otomobiller gezdirecek müşteri bekliyor. Kocaman binalar, boy boy yüksek sivri kuleler. İnsan nereye, ne zaman bakacağını şaşırıyor. Birkaç adım sonra Paris Caddesi'ndeyiz. Geniş bir bulvar, ağaçlıklı. Prag, kocaman, tarihi, süslü, yüz yıllık yapılarıyla insana Budapeşte ile Viyana'yı çok anımsatıyor. Hepsi son yıllarda elden geçmiş, bakımlı. Altlarında mağazalar, Paris'i aratmayan. Çoğunun sahibinin Amerikalı Yahudi olduğunu söyleniyor. Demirperdenin kalkmasının ardından 30 bin Yahudi Prag'a dönmüş, Hitler'den kaçanların torunları.

KAFKA'NIN DÜNYASI...

Az sonra sokaklar daralıyor. Franz Kafka'nın dünyasına giriyoruz. Güney Bohemya'dan gelip Prag'a yerleşen Hermann Kafka'nın oğlu Franz yaşamını Yahudilerin gettosu Josefov'da geçiriyor. Praglı yazarlar Jarovlas Hasek ve Egon Erwin Kisch dostları. Fakat Kafka hep bu çevrenin içinde kalamıyor. Prag'ın başka semtlerinde yaşıyor. Bu arada birkaç yılını Prag kalesinin gölgesinde uzanan Simyacılar Sokağı 22 numarada geçiriyor. Sonra yine taşınıyor, bir başka yere, nehre yakın havasız ve rutubetli iki odalı bir yere. Zamanla hastalığı ilerliyor. Prag'ı uzun süre için terk ediyor. 4 Haziran 1924 yılında, bundan tam 100 yıl önce, Viyana yakınlarındaki Kierling'de öldüğünde 41 yaşındaydı. Prag'ın Zelivskeho mahallesindeki Yeni Yahudi Mezarlığı'nda yatıyor. Moldau kıyısında müzesi var... Eski gettonun sokakları dar, karmakarışık, düzensiz. Bir Franz Kafka heykeli. Kara. Dibinde, çiçekleri çoktan solmuş bir çelenk. Az ötede eski-yeni sinagog, iki saatli belediye binası, altı yüz yıllık bir mezarlık. 1439-1787 arasında buraya on binler gömülmüş. Mezarlık enine büyüyemediği için ölüler üst üste. Şu sıra on iki bin taş sayılıyor dünyanın bu en eski Yahudi mezarlığında.

Gettodan çıkıp nehre doğru hızlı adımlarla yürüyoruz. Az sonra Karl Köprüsü'nün girişindeyiz. Kalabalık mı kalabalık burası. Turistten geçilmiyor. Satıcılar, ressamlar, müzisyenler, caz müziği ile dans eden turistler... Akşam oluyor Prag'da. Karşı tepede yükselen St. Veit Katedrali'nin sivri kuleleri arasında gökyüzü kıpkırmızı.

Prag'da o akşamı ünlü birahanelerden birinde geçirmek istiyoruz. Wenzel alanına yakın U Fleku'ya gidiyoruz. İç avlular, arka bahçe, kemerli salonlar, uzun koridorlar insan dolu. Çoğu kocaman tahta masalara oturmuş, yer bulamayanlar ayakta. Herkes neşeli, kafayı çoktan bulmuşlar. Bira su gibi akıyor. Dünyada en çok birayı Çekler içiyor.

Yanımızda duran yaşlıca, uzun boylu adamın da elinde bira kadehi var. Bize bakıp gülümsüyor. Az sonra sohbete dalıyoruz. Lâf lâfı açıyor. Praglı, fakat yurtdışında yaşıyor. "1968'de terk etmek zorunda kaldım Prag'ı," diye anlatıyor "O yıllarda genceciktim. Artık yaşlandım, son on yıldır sık sık geliyorum doğup büyüdüğüm bu güzel kente". Niçin Prag'ı terk ettiğini soruyoruz. Acı acı gülümsüyor. "Dört Varşova Paktı üyesi ülkenin ordularını peşine takan Ruslar o yıl 21 Ağustos'da Prag'a girmiş, tanklarını Wenzel Alanı'nda üzerimize sürmüştü. Artık nefes alamayacaklarını kavrayan iki yüz bine yakın insan kısa sürede bir yolunu bulup ülke dışına kaçmıştı. Yazarlar, akademisyenler, düşünürler, sporcular..." Sohbetimize boşalan masalardan birinde devam ediyoruz. Bugün Prag'da komünizm artık müzelik olmuş! Na Prikope Caddesi, 10 numarada, McDonalds'a birkaç adım ötede müzesi var...

Café Louvre

CAFE LOUVRE'DA GEÇMİŞ

Prag'a gelip de kahvelerine, daha doğrusu kıraathanelerine uğramamak olmaz. Komünizmden kurtulduktan sonra yeniden açılan bu mekânların düşünce ve edebiyat dünyasını ne kadar etkilemiş olduğunu hissediyorsunuz.

Kent merkezinden geniş Narodni Caddesi'nde yürüyüp Moldau kıyısına doğru uzanırken mutlaka Café Louvre'a bir uğramalı. 1902'de kapılarını açan, özellikle iki savaş arasında üst sınıf Praglıların, filozofların, akademisyenlerin, ünlü sanatçıların ve hali-vakti yerinde hanımların da uğradığı Café Louvre günümüzde geçmişi anımsatıyor. Brod-Kafka ikilisinin de sık sık düzenlenen edebiyat toplantılarına katıldığı Louvre 1992'den bu yana yine eski şıklığına dönmüş.

Narodni Caddesi'nde yolunuza devam edip nehir kıyısına vardığınızda Lejyonlar Köprüsü'nün girişinde Café Slavia'nın geniş salonları sizi davet ediyor. Nazik garsonların getirdiği içkinizi yudumlarken kocaman pencerelerden ağır ağır akan Moldau'yu, üzerinde dolaşan gezinti gemilerini, Karl Köprüsü'nü, karşı kıyının yemyeşil yamaçlarını ve kente hâkim kaleyi, dev St. Veit Katedrali'ni seyrediyorsunuz. Her yönden gelen kırmızı tramvaylar yine her yöne uzaklaşıyor.