Kağan Güner’in arttırılmış düşselliği üzerine

Yıl 1987 Nisan; gazeteler soyu tükenmekte olan Caretta Caretta kaplumbağalarının yumurtladıkları Fethiye’nin İztuzu sahilindeki otel inşaatını protesto için “Green Peace” eylemcilerinin geleceğini yazıyor. O sıralarda Londra’dan İstanbul’a gelen sanatçı, tasarımcı ve Aydınlık Gazetesi’nin uzun yıllar Londra temsilciliğini yapan Kağan Güner bu haberi gösterip: “Ülkemizin doğasını biz varken ‘Green Peace’ mi savunacak?” diyor. Aramızdaki toplantı ve tartışmalar sonucu Dalyan İztuzu sahiline gidip, kaplumbağalar için açlık grevi yapmaya karar veriyoruz. Ancak, hepimiz Akademi’de öğrenciyiz ve gidecek paramız yok. Acele bir kampanya başlatarak okulu dolaşıyoruz, derdimizi anlatıp, biraz para topluyoruz. Nihayet Dalyan’a gidiyoruz ve İztuzu sahilinde açlık grevi sırasında kalacağımız çadırımızı kuruyoruz. Daha sonra çevredeki atıkları toplayarak heykele dönüştürüyor ve kumsalda sergiliyoruz. Kağan bize mitolojik hikâyeler ve dünya masallarını anlatıyor. Bir gece çadırdan çok uzaklardaki nehrin denizle buluştuğu yere gitmeye karar veriyoruz. En az 2,5 kilometre yürüyor ve varınca bir müddet tatlı suyun tuzlu suyla buluşmasını izliyoruz. İki farklı su kah kaynaşıyor, kah karışmamakta direniyor. Suların bu kavgasını izlerken, zaman çabuk geçiyor. Hava kararmaya başlıyor, çadırımız uzakta bir nokta gibi görünüyor. Belli ki dönüşümüz zaman alacak, Kağan başlıyor Likya efsanelerini anlatmaya.

POSEİDON’U DURDURMAK

Eskiden Likya döneminde bu bölge yani İztuzu sahili balıkçı köyüymüş. Yılın belli zamanlarında Likyalı balıkçılar eşleriyle vedalaşır, denize açılır ve uzun süre balık avlamaya giderlermiş. Bir keresinde, denize açılan balıkçılar çok uzun süre geri dönmeyince eşleri meraktan deliye dönmüş. Sonunda sabırları kalmayıp, kadın, çoluk çocuk hepsi sahile inmiş ve deniz tanrısı Poseidon’a kocalarını geri getirmesi için yalvarmışlar. Poseidon bu yalvarmalara dayanamamış ve balıkçı teknelerini güçlü dalgalarıyla sahile atmış. Kadınlar ve kocaları kavuşmanın sevinciyle birbirlerine sarılıp, evlerine koşmuşlar. Ancak, vefasızlık edip Poseidon’a teşekkür etmeyi unutmuşlar. Buna kızan Poseidon, köyün sahilini dalgalarıyla dövmeye başlamış. Kadınlar tam da erkeklerine yeni kavuşmuşken, bu dev dalgaların içinde yok olmaktan korkmuşlar. Poseidon’u durdurmak için sahile koşmuşlar ve denize karşı eteklerini kaldırmışlar. Poseidon kadınların bu davranışı karşısında utanarak, dalgalarını geri çekmiş ve uzaklaşmış.

Kağan hikayesini tamamlıyor ve suskunluk oluyor. Çadırımız hala çok uzakta ve denizin dalgaları şimdi daha da güçlü vuruyor sahile. Çok geçmiyor, Kağan’ın masalı etkisini gösteriyor. Akdeniz’in giderek coşan dalgaları Poseidon’un Likyalıları ürküttüğü gibi içimizi ürpertiyor. Yanımızda Poseidon’u utandıracak kadınlar da yok, çadırımıza hızla koşmaya başlıyoruz. Kağan’ın her anlattığı dünya masalındaki gibi, içimizde bir yerlerde başka bir anlatıcı bize kendi hikâyemizi fısıldıyor. Bu yüzden, Akdeniz’in çoşkun dalgaları Poseidon’a dönüşüyor, tüylerimizi diken diken ediyor ve çadırımıza kendimizi zor atıyoruz.

ARTTIRILMIŞ GERÇEKLİĞİN DEĞİL ARTTIRILMIŞ DÜŞSELLİĞİN USTASI

Bu anımı, bundan 11 yıl önce kaybettiğimiz Kağan Güner’in bugün Kadıköy Gazhane Kültür Merkezi’nde gezdiğim ve onun masalcılığını gözler önüne seren “Dünya Masalları” sergisi için yazdım. Kağan, her masalcı gibi kendinin ve başkalarının deneyimlerini benzersiz bir tarzda hem sözlü, hem yazılı, hem de çizgileriyle işlerdi. Günümüz, NTF ve Metaverse dijital teknolojilerinin hedeflediği “arttırılmış gerçekliğin” aksine, Kağan gerçek yaşama sürekli atıfta bulunan “arttırılmış düşselliğin” ustasıydı. Bilişim dünyasının ve geleceğin teknolojisinin pek çok öncü şirketlerinin geleceğin parlak yıldızı olarak tanımladığı ve gücünü arkalarına almak istedikleri “masalcılık”, “hikaye anlatıcılığı” onun zaten doğasında vardı. Hikâye anlatımı, onun sözlerinde ve çizgilerinde olanca doğallığıyla akıp giden gündelik bir eylemdi. Bunları yaparken, dayatılmış evrenselliğin dışında tutulan Uzak Doğulu, Kızılderili, Latin Amerikalı insanların, soyu tükenmekte olan tüm canlıların gerçek zorlukları yenen, mücadeleci hikâyelerini paylaşarak, izleyicilerinin duygu ateşini körüklerdi. Aynı bize anlattığı Likya masalında olduğu gibi.

Kağan’ın sergisi nedeniyle ilk defa gezdiğim Gazhane Kültür Merkezi gerçekten güzel tasarlanmış ve düzenlenmiş. Eskiden elektrik üretim tesisi olan Gazhane, bana Çin’de kaldığımız yıllarda sık sık ziyaret ettiğimiz, 700 bin metrekarelik eski askeri silah tesisi olan “Dashanzi 798 Sanat Bölgesi”ni anımsattı. 798; sanatçı atölyeleri, tasarım dükkanları, müzeleri ve galerileriyle rüya gibi bir semtti. Kültür ekonomisine ve sanat üretimine büyük bir ivme kazandıran bu tarz bölgelerin, ülkemizin her kentinde giderek yaygınlaşacağını umuyorum. Kağan Güner’in sergisi 27 Mart - 13 Nisan tarihleri arasında Kadıköy’de Müze Gazhane’de gezilebilir.