Kağnıyla galaksi keşfine yeltenmek (2)

Futbolun marka değeri, aldatmacasından söz ediyorduk... Evet, kapitalist teoriye göre marka bir vaattir, tüketicileri hedefleyen bir tekliftir. Örneğin; sağlamlık, ucuzluk, konfor gibi şeyler vadeder. Peki, Türkiye’de futbol, müşterisine ne vadediyor? Adalet? Şeffaflık? Güven? Kalite? Heyecan? Rekabet? Nedir futbolumuzun marka vaadi? Son şık olan ‘hiçbiri’ olabilir mi?..
Ya Türkiye, bugünkü yönetimiyle, yurttaşlarına ne vadediyor?.. Refah? Huzur? Güvenlik? Adalet? Şeffaflık? Barış? Yoksa bunun cevabı da mı, ‘hiçbiri’?.. Benzerlik gayet net.
Bütün erkler, bütün kurumlar ve bütünüyle mevzuat egemen siyasetin emrine verildiği için; adalet gibi, eğitim gibi, bayındırlık gibi spor da siyasetin gölgesi altında. Futboldaki manzara da toplumsal yaşamın herhangi bir kesitinden farksız.
En Yetkili, duruma şaşırmış bir halde soruyor yukarıdan; bu kadar yatırım yaptık futbola ama yeterli karşılık gelmiyor?.. Yatırım dediği de statlar, beton yani, hepsi o. Tedavi şöyle dursun, teşhisin ne kadar uzağında olduğu anlaşılıyor.

NEYİN TAM DA, FUTBOLUN EKSİK?
Şimdi desen ki; binlerce yıllık insanlık tarihinde adı anılan, izi kalan bir filozof çıkarabildi mi ülken? Ne alakası var, diye cevaplayacak... Dogmalarla sınırlanmış ufku almayacak, aradaki bağıntıyı. Bilimle aran nasıl diye sorsan; Almanya’nın üniversite öğrencisi 3 milyon, bizde var 8 milyon diyecek-ki demişliği var. Pişman olacaksın, hâlâ nicelden nitele evrilememiş birisine bunu sorduğun için... Aklın, merakın, düşünmenin, sorgulamanın falan zaten ideolojik saikle semtine uğramamış olan zat, şaşırıyor tabii bunca betonun heba olmasına...
Ülke gerçekleriyle, futbolun gerçeklerinin örtüştüğü noktaları sıraladığımızda, memleketin hâli ortadayken, futbolda mucizevi hamleler beklemenin, marka değeri palavralarının anlamsızlığı da ortaya çıkıyor.
Bugün ‘demokratikleşme’ adımları olarak adlandırdığımız birçok yasal düzenlemenin Avrupa Birliği süreci sayesinde gerçekleştirildiği biliniyor. Aynı şekilde şirazesinden çıkmış futbolumuzu da, FIFA ve UEFA’nın yaptırımlarıyla zapturapt altına alıyoruz. Yani kendi halimizdeyken, işimiz zor.
Nasıl ki; başta vergi olmak üzere kamu alacaklarının sık sık affa uğratılması, yandaş şirketlerden sıradan yurttaşlara kadar yararlanan tüm kesimlere adaletsiz avantajlar sağlıyorsa; ayağını yorganına göre uzatabilmek uğruna performansını düşürmeyi göze alan ciddi kulüpleri de, affa sığınanlar karşısında dezavantajlı kılıyor.

60 YILLIK LİGDE, 62 ŞAMPİYON!
TBMM Kamu Denetçiliği Kurumu’ndan geçen yıl çıkan kararda Futbol Federasyonu kurullarının bağımsız olmadığı, ayrıca iyi yönetim ilkelerine uyulmadığı ifade edildi. Aynı şeyler hükümet ve kontrolündeki devlet için de geçerli ancak onu denetleyip, raporlayacak kurum kalmadığından resmi belgesi mevcut değil.
Nepotizm milli hasletimiz olmuş, torpilin girmediği yer yok. Bakanın yeğeninden yargıcın kızına, milletvekilinin karısına kadar herkese gerekir de, futbola gerekmez mi? 60 yıldır oynanan profesyonel ligin (Süper Lig), 62 şampiyonu var! Yarışta biraz geride kalana, 2 şampiyonluk ekleyiverdiler masa başında.
Keyfilik... Gücü eline geçirenin, denetlenemeyenin kuralları takmaması normal kabul edilmekte, utanmalarını beklemeyin boşuna. Futbol Federasyonu Başkanı, futbol bahis oyununun organizatörü olmak için yırtınırken ne kurallar, ne etik gereği başkanlıktan istifa etmek aklına geliyor, teneke çalınıyor, duymuyor! TBMM Başkanı, İstanbul’a belediye başkan adayı oluyor, ne kurallar, ne etik gereği başkanlıktan istifa etmek aklına geliyor, teneke çalınıyor, duymuyor!
Denetimsizlik... Evet, kâğıt üzerinde şu ya da bu ölçüde denetlenmeyen kurum, kuruluş yok ama ya uygulamada? Yürütme erkini kim denetleyebiliyor gerçekte? Peki, her biri gırtlağına kadar borca batıp, her yıl bir alt kümeye inen kulüpleri bu hâle getiren ve icraatından dolayı yargılanan bir tek başkan ya da yönetici var mı?
Hovardalık... Ekonominin sıkıntıya girmesi, bütçe açığının büyümesi, borcun artması ne bilmem kaçıncı uçağın saray filosuna katılmasını engelliyor, ne milyonlarca dolarlık ‘dünya yıldızlarının’ transfer edilmesini...

ADALETİN HÂLİ...
Suriyelisinden Afgan’ına, Somalilisine ülke, kontrolsüz, plansız bir mülteci cennetine dönerken; futbol takımları da, Ganalıdan Şililiye, Japon’dan Burkina Fasoluya kadar, -kural koyulmadığı için- çoğu sıradan olan futbolcularla doldurulmaya devam ediyor.
Uzun vadeli planlarla üretimi teşvik etmektense, her sıkıntıda palyatif çözüm olarak, soğandan samana ithalata sarılan iktidar gibi; altyapı yatırımlarıyla uzun vadede kendi futbolcusunu yetiştirmek yerine, kaleciden golcüye ithalata sarılıyor futbolumuz.
En önemlisi, adalet... Hazindir ki; ne halk inanıyor adaletin varlığına, ne futbol seyircisi... Hâkim, hakeme eşdeğerdir; HSK, MHK’ya (Merkez Hakem Komitesi); ilk derece mahkemeler, Disiplin Kurulu’na (PFDK); AYM-Yargıtay, Tahkim Kurulu’na... Kararları da, güvenilirlikleri de, tarafsızlıkları da eşdeğerdir! Bilmem anlatabiliyor muyum?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde en çok dosyası olan ülkeler sıralamasında 3. olan Türkiye; FIFA ve CAS’daki (Spor Tahkim Mahkemesi) dosya sayısı açısından da ilk beşte yer alıyor.
Dünya futbolu “adalet” adına, geleneklerini hiçe sayıp teknolojiyi video hakem sistemiyle devreye sokar ve sen de bunu uygularken; beri tarafta yine bir adalet tedbiri olarak kullanılan seçmen parmak boyasını, tahmin edilebilir hesaplarla kaldırıyorsun. Üstelik bunu, herkesin birbirini potansiyel hırsız olarak gördüğü bir ortamda yapıyorsun.

HALİS... ÖZGÜR...
Daha temel eğitimini örgütleyememişsin, 40 kere sistem değiştirip çocuklarını serseme çevirmişsin; nerede kaldı 18 milyon öğrenci gencini spora entegre edecek uygulamalara girişmen...
Eğitimin yok, üretimin yok, üniversiten 4 duvardan ibaret, nitelikli insan kaynağın yok, var olan da kaçıyor, teknolojin yok, satıp savıp, talan edip, peşkeş çekip günlerini geçiriyorsun. Ne markası, ne değeri? Ayakta zor duran bir deri bir kemik adamın 100 metre finalinde koşması masalını anlatıp, buna herkesin inanmasını bekliyor, gerçekleri söyleyenleri hainlikle suçluyorsun.
Somuta indirgeyerek noktalayalım. Halis Özkahya’ya 22 yıldır, Özgür Yankaya’ya 18 yıldır hakemlik; Hacıosman’lara başkanlık yaptıran; bütün takım yandaşlarının ortak sloganı, ‘vur-kır-parçala bu maçı kazan’ olan; düzenlediği dünya şampiyonasında 7 şehrindeki seyirci ortalaması 5 bini bulmayan bir ülkenin, futbol marka değerinden söz etmek zaman israfıdır. ‘Türk futbolunun marka değeri’ sakızı, sadece ve sadece balon yapılıp patlatılmaya yarayabilir.