‘Kahpe Avrupa’ kimden yana?-(TAMAMI)
Bugün sokağa çıkıp, Avrupa Birliği’nin genişlemeden sorumlu bakanı kim diye sorsanız, bilen çıkmaz. Havai fişeklerle kutlanan AB Müzakere Çerçeve Belgesi’nde öngörülen fasıllardan kaçının açılıp, kaçının kapandığıyla kimse ilgilenmez. Bugün bu ülkenin yakın bir zamana kadar, AB ile yatıp kalkan, AB’nin her ilerleme raporunun bir sınav heyecanıyla beklendiği, hıyarın boyundan evli eşlerin birbirleriyle günde ortalama kaç dakika konuştuklarına kadar her şeyin AB normlarına endekslendiği bir ülke olduğuna inanmak zordur.
AB krizle mi gündemden düştü?
“Kriz çıktı, AB’nin hali ortada, artık AB mi kaldı?” demek, mevcut durumu açıklamaya yetmez. Kriz, ilk patlak verdiği ülke olan ABD’de de hükmünü olanca ağırlığıyla sürdürüyor. Oysa AB ile ilişkilerimiz neredeyse “üçüncü kâtip” düzeyine inmişken, ABD’den gelip giden “üst düzey” yetkililerinin haddi hesabı yok. Ayrıca AB’nin Türkiye’nin gündeminden düşmesi, kriz öncesine rastlıyor.
AB gündemden o kadar düşmüş ki, en azından ülkemizi yıllarca böyle boş bir umudun peşine takmış olan “siyasi gaflet ve körlüğün” bile hesabını soran yok. Oysa bu sürecin, ülkemizi AB kapısına bağlı tutmaktan başka bir amacının bulunmadığına dair çok açık uyarıların kuvvetle ve defalarca yapılmış olduğu bir ülke, Türkiye. Ama “Meclisteki partilerin hepsi vaktiyle AB masalcılığını birlikte yapmış oldukları için, birbirlerine diyebilecekleri bir şey yok. Diyeceği olanlar da şimdi ya Silivri‘de, ya Hasdal’da” derseniz, o zaman bu gizemli olayın üstündeki sis perdesini aralamaya başlamış olursunuz.
Sahi Avrupa Birliği’nin amacı neydi?
Avrupa’nın birleşme süreci, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra devrimin yükselmekte olduğu koşullarda ve çok kutuplu bir dünyada başgösterdi. 1980’lerin ortalarına kadar, bu süreci Avrupa içinden değerlendiren çalışmaların hemen hemen hepsinin ortak beklentisi, Avrupa Topluluğu’nun, çevresindeki bir kuşağı da içine alan geniş bir bölgeyi yüksek gümrük duvarlarıyla koruma altına almaya yöneleceği biçimindeydi. Çünkü bu, ABD’ye rakip olacak bir iktisadi ve siyasi gücü oluşturmanın doğal yolu olarak görülüyordu. Ama birleşme sürecinin “Avrupa Birliği” aşamasına ulaşması, devrimin geri çekildiği, Sovyetler Birliği’nin dağıldığı ve ABD’nin tek süper güç konumuna geldiği koşullarda gerçekleşti. Bu da, AB sürecinin şekillenmesini, daha önce olmadığı kadar ABD’nin etkisine açık hale getirdi.
AB-Türkiye ilişkileri de, Avrupa’nın değil, ABD’nin çıkarları doğrultusunda gelişti. Çünkü Türkiye’nin Avrasya Seçeneği’ne yönelmeden AB aracılığıyla Batı kapısında bağlı tutulması da, bu ilişki aracılığıyla zaafa uğratılması da, getirisinden Avrupa’nın değil, ABD’nin yararlanabileceği bir ortam yaratıyordu. Üstelik bu durumda, kapıda bağlı tutmanın faturası, zamanı geldiğinde “kahpe Avrupa”ya kesilebilecek; ABD’ye daha da yakınlaşmak, Türkiye’ye biçilen “Batı’yla bütünleşme” programının tek seçeneği haline gelecekti. Türkiye-AB ilişkilerinin seyri, son yirmi yıl içinde bu çerçevede cereyan etmiştir.
Kendine dönen Avrupa Avrasya’ya yönelir
Bugün ABD’nin güçsüzleşmesi, Avrupa’daki merkezkaç kuvvetlerini harekete geçirmiştir. Avrupa’daki çatışma, Avrupa Birliği’nin başlangıçtaki amacına geri dönme eğilimiyle, ABD’nin Avrupa’daki uzantıları arasındadır. Avrupa’yı dünyada ağırlığı hissedilen bir kutup haline getirmek isteyenler, Avrasya ile olumlu ilişkiler kurmaya yönelmektedir. O zaman BOP Eşbaşkanlığı’nı üstlenen değil, yeniden Atatürk Devrimi yoluna girmiş bağımsız bir Türkiye’nin, sadece Avrasya ile değil, Avrupa ile de eşitlik ve karşılıklı yarara dayalı sağlıklı ilişkiler kurmasının önü açılmaktadır. Avrupa’nın da, Avrupa’dan Türkiye’ye yönelen düşmanca tutumların, sadece “kahpe Avrupa” imgesini güçlendirerek, ABD’nin değirmenine su taşıdığının ayırdına varması bu sürece katkıda bulunacaktır.