Kanayan yaramız: İş cinayetleri

Değerli gazeteci arkadaşım İsmet Özçelik, 10 Temmuz Cuma günü Aydınlık’ta yayımlanan “İşçinin hayatı kaç para?” başlıklı yazısında “iş kazası” diye geçiştirilen ve sıradanlaştırılan iş cinayetlerini yazdı. Yılda yaklaşık iki bini kayda geçen bu cinayetlerin toplam sayısının kayda geçmeyenler ve meslek hastalıklarından yitirdiğimiz canlarımız da dikkate alındığında korona ile “yarışacağını” vurguladı.

İş cinayetleri ülkemizin kanayan yarası olmaya devam ediyor. Hemen her gün gazete haberlerinde, televizyon izlencelerinde yer alan iş cinayeti görüntülerine baktıkça yüreğimiz yanıyor. Son olarak Sakarya’nın Hendek ilçesinde havai fişek fabrikasındaki büyük ihmallerin yarattığı patlamada yaşamını yitiren emekçilerimiz, iş cinayetlerini yeniden kamuoyunun gündemine getirdi. Evine ekmek götürebilmek için sağlıksız çalışma koşulları içinde ter döken emekçi arkadaşlarımız, yasal zorunluluğa rağmen en temel güvenlik önlemlerinin alınmaması nedeniyle can veriyor. Ancak besbelli ki yeterli tepki verilmezse, gereken önlemler alınmazsa olası bir başka büyük “iş kazası”na kadar bu konu yine unutulacak; gündemden düşecek...

İŞVEREN, ÇALIŞANLARIN İŞ GÜVENLİĞİNİ SAĞLAMAKLA YÜKÜMLÜDÜR

2012 yılında kabul edilen 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, “İşyerinde veya işin yürütümü nedeniyle meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen engelli hâle getiren olay” olarak tanımlamaktadır iş kazasını. Kanun, “işverenin çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü” olduğunu hükme bağlamaktadır. Bu çerçevede işvereni risklerin ortadan kaldırılması, işlerin yürütülmesiyle ilgili her türlü önlemin alınması, eğitim ve bilgi verilmesi, iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili denetlemeler yapılması, uygunsuzlukların giderilmesi, teknik gelişmelere uyum sağlanması, iş sağlığı ve güvenliği hizmetleri sağlanması vb. konularda görevli kılmaktadır.

İşyeri güvenliğinin sağlanmasında, iş güvenliği uzmanlarının, işyeri hekimlerinin seçilmesi, yetiştirilmesi, görevlendirilmesi, denetim, yaptırım gibi konularda devletin görev ve sorumluluğu bulunmaktadır.

Elbette çalışanların da (iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili aldıkları eğitim ve işverenin bu konudaki talimatları doğrultusunda) gerek kendilerinin ve gerekse diğer çalışanların sağlık ve güvenliklerini tehlikeye düşürmemekle ilgili yükümlülükleri vardır. Çalışanlar işyerindeki makine, cihaz, araç, gereç, tehlikeli madde, taşıma ekipmanı ve diğer üretim araçlarını kurallara uygun şekilde kullanmakla; kendilerine sağlanan kişisel koruyucu donanımı doğru kullanmak ve korumakla; gördükleri her türlü eksikliği, tehlikeyi zamanında haber vermekle, çalışan temsilcisi ile işbirliği yapmakla yükümlüdür. Kanunun 13. Maddesine göre çalışanların, ciddi ve yakın bir tehlike ile karşı karşıya kaldıklarında ilgili kurula ve işverene başvurarak “çalışmaktan kaçınma hakkı” bulunmaktadır.

‘KABAHATİN ÇOĞU (BİZİM) CANIM KARDEŞİM’

İş cinayetlerinin önlenememesinde ne yazık ki gözünü kâr hırsı bürüdüğü için en basit iş güvenliği önlemlerini bile almayan bir kısım işverenin; denetim, yaptırım kararlarını gereği gibi uygulamayan devletin sorumluluğu vardır. Ancak büyük şairimiz Nazım Hikmet’in dediği gibi “Demeğe de dilim varmıyor ama / kabahatın çoğu senin (bizim), canım (emekçi)kardeşim”. İş güvenliği ile ilgili temel haklarımızı biliyor muyuz; bilenlere ve uyaranlara kulak veriyor muyuz; biliyorsak temel iş güvenliği kurallarını umursuyor muyuz... Hem kendimiz hem de sevdiklerimiz için canımızın değerinin farkında mıyız...

Bizzat tanığı olduğum ve aşağıda anlatacağım olay bazı emekçi arkadaşların gerek kendi can güvenliğini ve gerekse yanındaki başka çalışanların can güvenliğini korumakta, gözetmekte sorumsuz davrandığını ortaya koymaktadır:

Geçen ay bulunduğum bir Akdeniz kıyı beldesinde oturduğumuz binanın tam karşısında bulunan binanın beşinci katındaki dairelerinden birinin balkonuna güneşlik olarak asılacak perde için korniş takılmaktadır. Bu işte bir usta ve yardımcısı iki çocuk birlikte çalışmaktadır. Usta ile çocuklardan biri (hiçbir koruyucu önlem alınmamış hâlde) balkon duvarının üstündeki ince betona çıkmış oradan tavana korniş monte etmeye uğraşmaktadır. En ufak bir sendelemede, denge bozulmasında usta ve yardımcısı çocuk ne yazık ki beşinci kattan yerdeki beton zemine düşebilecek durumdadır. Yüreğimizi ağzımıza getiren bu olay neyse ki (bu defalık) “kazasız” biçimde sonuçlanmıştır.

Bu beldede (ve başka pek çok yerde) balkonlarda, teraslarda çalışan güneş enerjisi depolarını, panellerini iplerle yerden çıkarıp indiren işçilerin hepsi aynı durumdadır. Kentlerin trafik yoğunluğu olan caddelerinde bir kısmında koruyucu kask bile olmayan çok genç yaştaki motosikletli pizza, pide dağıtıcıları hiçbir trafik kuralına aldırış etmeden kâh sağdan, kâh soldan önünüze geçmekte; trafik güvenliğini tehlikeye atarken adeta ölümle dans etmektedir.

Emekçiler olarak ülkenin her yerinde iş güvenliğini sağlamak istiyorsak önce kendi canımızın değerini bileceğiz, kurallara uyacağız. Aileden anaokullarından, ilköğretimden başlayarak örgütlerimizde, sendikalarımızda, derneklerimizde her yaşta can güvenliği, iş güvenliği, kurallarını; haklarımızı, ödevlerimizi öğreneceğiz, öğreteceğiz, içselleştireceğiz.

Eğitim, denetim, yaptırım ise öncelikle devletin başta gelen görevleri arasındadır.