Kapımızdaki paket

Bugünlerde TBMM Genel Kurulu'nda görüşülen 18 maddelik öneri, herhalde anayasada değişiklik yapan 18. paket oluyor.
Meclis'teki dört partinin hiçbirinin konumu ve rolü göründüğü gibi değil.
*
Değişikliğin sahibi AKP milletvekilleri; çünkü öneride onların imzaları var. Oysa cümle alem biliyor ki, neredeyse tümünün metinden haberi yoktu; metni görmeden imza bastılar. Bu metin gerçekte kim tarafından hazırlandı, belirsiz.
MHP Meclis’e gelen metne imza atmadığı için metnin sahibi değil, destekçisi gibi görünüyor. Ama aslında MHP bu önerinin yürümesinde doğrudan pay sahibi; AKP milletvekillerinden farklı olarak öneri daha Meclis’e gelmeden önce metni gördü ve sahibi oldu.
CHP, bu değişikliğe karşı çıkıyor; hayır diyor. Ama Anayasa Komisyonu'ndan itibaren tüm görüşmelerde yerini aldı. Böylece meşruiyet şerbetini sürece bol bol akıttı ve değişikliğe hayır dese de ‘katılımla ortak’ oldu.
HDP milletvekilleri Meclis’te kalmakla birlikte kürsüsünde anayasadan söz etmek yerine, dillerine pelesenk ettikleri soykırım iftiralarını kusuyorlar.
*
MHP, daha düne kadar başkanlığın federasyon ve diktatörlük anlamına geleceğini söyleyip, bu kötülüğe asla izin vermeyeceklerini haykırmıştı. Ne aktörler ne hedefler değişti. Her şey ve ilgili herkes aynı ve yerli yerindeyken, MHP’nin sözüyle konumu tam tersine döndü. Ortada herkesin merak ettiği “ne oldu da böyle oldu” sorusu elbette bir açıklama bulacak.
CHP de, daha geçen yıl Ocak 2016’da kurulan anayasa uzlaşma masasından AKP ‘başkanlık rejimi önereceğim’ dediği için kalkmıştı. Masada ana muhalefet partisi olmayınca meşruiyet sağlanamazdı. Nitekim süreç kesildi. Üzerinden bir yıl geçti. O günden bugüne ne değişti? Ortada değişen hiçbir şey yok. AKP’nin MHP desteğiyle getirdiği öneri, yine aynı başkanlık önerisi olduğuna göre, CHP neden geçen yıl yaptığı gibi bu yanlışa hiçbir şekilde ortak olmayacağız demedi? Katılıp size meşruiyet vermeyeceğiz demek yerine neden sonuçsuz ve etkisiz meclis oyununu sürdürdü? Bu tutum değişikliğinin anlamı da elbette ortaya çıkacak.
*
“Ama katılmasa kaçtı derlerdi’ diyebilecek kimseler için hemen not düşelim: Meşruiyetin özü oydaşma ile uzlaşmadır. Bunun usulü ise katılım sağlamaktan ibarettir. Yapılan işe herkesin ‘evet’ demesiyle bir oydaşma sağlandığında, meşruiyet tam olur. Eğer yapılan işe ‘hayır’ diyenler varsa, bunlar ‘evet’ demeseler bile onların da katılımı sağlandığında, usul şartı olarak ‘katılım’ yerine getirildiği için meşruiyet yoksa da varmış gibi gösterilebilir. Bunun en büyük katkısı, sürecin devam ettirilebilmesidir.
*
Anayasa değişikliğinde rol almış tarafların akılları “bizim şu anda var olan hükümet sistemimiz nedir” konusunda bile açık değildir. Bugünkü sistem parlamenter hükümet mi, yarı-başkanlık mı? Neyin değiştirildiğini bilmeyen insanların ne getirileceğini açık seçik bilmelerini ya da söylemelerini nasıl bekleriz?
Akılların toz duman içinde kaldığı bu ortamda, aktörlerin her birinin farklı bir bilinmezlik sergilediği 18. paket, kimler tarafından hazırlandığından başlamak üzere süreci bakımından kuşkulu bir iştir.
Karşımızdakilerin içinde net olan tek nokta, 18. paketin ne taşıdığı konusudur. Bu paketin Anayasa’nın 2. maddesinde Cumhuriyet’in temel nitelikleri arasında sayılan demokratik devlet ve hukuk devleti ilkelerini ortadan kaldırdığı bunların yerine devlet başkanlığı, idari devlet ve parti devleti yöneldiği tartışma dışıdır. Türkiye’nin tüm üretici ve yaratıcı dinamiklerini ezecek, Türk ulusunu bugünkü çok yönlü saldırılar karşısında eli kolu bağlı bırakacak bir egemenlik kullanım rejimi…
Bu tasarı geri çekilmelidir.