Kapitalist gibi davranıp solcu gibi yaşayamazsınız
İnsanlar, “ben sağcıyım” veya “ben solcuyum” diyerek veya koltuğunun altına sempatizanı olduğu yayınları koyarak solcu veya sağcı olamaz. Hele hele solcu hiç olamaz. Solcu olabilmesi için, Marx’ın Engels’in Lenin’in fikirlerini biliyor olması, onların eserlerini incelemesi veya sol felsefeden biraz olsun nasibini almış olması gereklidir. Bunlara fırsat bulamasa bile konu ile ilgili temel bilgileri kapsayan doktrin kitaplarını okunmalıdır. Ama biz basında olsun, kamuoyunda olsun sadece okuryazar ya da okumaz yazmaz olanların kendine solcu ayakları bastıklarını çok görüyoruz. Bunların amacı, gerçek solculuk falan değil bir gösteriştir. Bir orijinalitedir. Aklınıza “sen acaba bu dediklerini okudun mu?”sorusu gelebilir. En azından öğrenmem lazım olanların altını çizdim ve onları okudum. Ama şunu da söyleyeyim. Devlet memurluğu görevim gereği solcu olaylarının içinde olmak zorunda kaldım. Solculuk, zaten eylemsiz hiç olmaz. Kapitalist gibi davranıp, solcu gibi yaşayamazsınız.
Geçtiğimiz günlerde gazetede çıkan bir haber vardı. Çok ilginçti. Bir hayli de garipsedim. Nasıl garipsememeyim ki? Bu habere göre; Galatasaray’ın, Milli takımın ve Türkiye’nin büyük futbolcularından biri olan Taçsız Kral sıfatlı Metin Oktay meğer solcu imiş. Ne yazık ki bunu, 50 yıl önce futbol oynarken değil de bu tarihlerde öğrenebiliyoruz. Gizli bir solculukmuş demek ki. Nedense biz artık dirileri bırakmış ölülerle uğraşıyoruz. Övmek mi istiyoruz? Yermek mi? bilemiyorum.
1980 Öncesi Tekel işçileri sol sendikayı kurduklarında ben fabrika yönetimindeydim. O yıllarda işçiler hükümet yanlı sendikalar da kurmuşlardı. Yeni kurulan sendikalara tarafsız davranıp, herhangi bir baskı yapmadığım için büyük ve tatsız birtakım olaylarla karşılaştım. Büyük mücadeleler verildi. Bir gün paydos saatinde sağcı militanlar, solcu Erhan Tekel’i alnından vurup öldürdüler. Hatta sağ sendikanın başkanı benim de arkamdan hücum etti. İlk defa bir sendika başkanı ile bir müdür kavga etmiş oldu.
Yine aynı yıllarda protesto amaçlı İzmit’ten başlayarak İstanbul’a bir işçi yürüyüşü tertiplemişlerdi sendikacılar. İzmit’ten İstanbul’a gelene kadar yol üstünde ne kadar fabrika varsa hepsinin işçileri bu protesto yürüyüşüne dâhil olmuşlardı. Can güvenliğimiz yok. Bizim de Maltepe’deki fabrikada 7500 işçimiz vardı. Onlar da bu korteje katılmıştı. Böylelikle İstanbul’a gelene kadar, protestocuların sayıları çok fazlalaşmıştı.
Sonuçta ne oldu biliyor musunuz? Maltepe Fabrikasındaki işçileri bu yürüyüşe ve protestoya katılmalarını benim organize ettiğim dedikodusunu yayarak Sıkı yönetim komutanlıklarına şikâyet ettiler. Bölgenin Sıkı Yönetim komutanı Türkgeldi Paşa ile bozuştuk. Bana; “Bu işçileri işlerine başlat” diye emir verdi. Verdi ama ben de “ görevi bırakmalarını ben söylemedim ki, işe başlamalarını ben söyleyeyim” diye cevap verince, Muavinim ile beraber Kartal’daki askeri cezaevinde ifademiz alındı. “Siz Cumhuriyet Gazetesi yazarısınız değil mi?” Cevap; evet. “Siz solcunuz değil mi?” Evet Atatürk İlkelerine bağlı ve saygılıyım. “Size Komünist diyorlar. Doğru mu?” Hayır, o ideolojiyi okuyup anlayacak kadar bilgiye sahip değilim.
İşte böyleee..Sadece ben solcuyum demekle olmuyor. Mücadele ederken böyle şeyler de geliyor insanın başına.
Ben Metin Oktay’ı şahsen pekiyi tanımazdım. Onun için hangi doktrinel görüşte olduğunu bilemem. Benim kuşağımdan sonraki bir futbolcuydu ama futbolunu ve sporculuk ahlâkını beğenirdim. Futbolu bıraktıktan sonra ticaret yapıyordu. Zamanın Türk-İş Başkanı İbrahim Denizcier ile çok yakındılar. İyi arkadaşlıkları vardı. Denizcier benim de dostumdu bu nedenle Metin, Denizcier ve ben zaman zaman bir araya gelmişliğimiz vardır. Ticaret hayatında ekonomik açıdan dar boğaza girdiğinde bir Fenerbahçe’li olarak ona omuz vermeyi kendime bir görev saymıştım. Hey gidi günler hey..
CEPLERİ DOLU FUTBOLLARI BOŞ
Fenerbahçe-Trabzonspor maçı bence, Türk futbolu adına utanılacak maçtı. Maçı baştan sona kadar hikâye etmek gibi bir niyetim yok. Bunu basına ilk girdiğim zamanlarda yapardım. Uzun bir zamandır maçların eleştirisel özelliklerini yazmıyorum ve bunun da pek bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. Aslında tribünlerde maçı hikâye edecek binlerce kişi vardır. Bunun için gazeteci olmaya gerek yok. O nedenle de maçın her zaman olduğu gibi ilginç olaylarına değinmeyi tercih ederim.
Bu maçta da ilginç olan bir ikili vardı. Biri Fenerbahçe’de Diego diğeri de Trabzonspor’da olan Erkan zengin. Birisi dünya çapında bir futbolcu diğeri ise Türkiye’de tercih edilen bir futbolcu.İkisinin de cepleri para ile doldu.Cepleri dolu ama futbolları boş. İnşallah ileride değişirler. Bu futbolcuların transfer ayında ne kadar transfer ücreti aldığını bilemiyoruz. Ama herhalde bir hayli yüksektir diye düşünüyorum. Böylesine bir oyun ve bu kadar az emek karşılığında alınan bu para tabidir ki asgari ücretin 900 liranın üzerinde olmayan insanların dikkatini çekiyor ister istemez. Bu nedenle düşük gelirli bazı aileler, erkek çocuklarının futbolcu olmasını istiyorlar. Öyle hayaller kuruyorlar. “Futbolcu olsa da kendisini kurtardığı gibi bize de yardımı olsa” diye düşünenler var.
İkinci ilginç olay da maç sonrası iki takımın teknik direktörlerinin maç sonrası verdiği röportajlardı. Fenerbahçe için İsmail Hoca; “ eğer bir gol bulsaydık, maç farklı olurdu” dedi. Elinde evrensel boyutta futbolcular var ve de o futbolculara bir sürü gol atma fırsatı geldiği halde neden o golü bulamadın ki? Derler adama..”Büyük futbolcular büyük maçları kazanır” derler ama senin büyük futbolcuların bu maçı kazanamadı.
Yanal’ın ise daha gerçekçi bir söylemi oldu “kötü oynadık hem de çok kötü” dedi. Herhalde Ersun Yanal bu konularda daha deneyimli olsa gerek..