Kapitalizm, sosyal devlet ve demokrasi

Günümüz kaynayan dünyasında, kapitalizm ve demokrasinin birlikte nasıl uyum sağlayabildiği ve bununla ilgili sosyal devlet olgusu tartışılan önemli konulardandır. Bu alanda yapılan çalışmaların birindeki şu saptama konuyu özetlemektedir. “Demokrasi, oy kullanımı olarak ele alındığında siyasi olarak her birey eşit iken, kapitalizmin ekonomik güç-refah dağılımı açısından adaletsizlik yarattığı yaşanan bir gerçektir. Bu durumda, yoksul çoğunluğun neden zenginlere karşı olan politikacıları seçmedikleri, seçmeleri durumunda ise kapitalizmin nasıl yaşayacağı soruları gündeme gelmektedir. Belki de bu soruların güçlü yanıtlarından birisi sosyal devlet veya refah devleti uygulamalarıdır”. Ama hangi sosyal devlet?
ADALETSİZLİK ARTIYORSosyal devlet veya refah devleti ülkelere göre farklı anlamlar taşımaktadır. ABD gibi ülkelerde refah devleti kavramı, devletin sosyal harcamaları (düşük gelirlilere destek, gıda yardımları, eğitim destekleri vb) için kullanılmaktadır. Batı Avrupa ve özellikle İskandinav ülkelerinde ise devletin sağladığı refah harcamaları yanında bağımsız ve gönüllü kamu sistem ve hizmetlerinin bir birleşimi sosyal devleti tanımlamaktadır. Buradan da anlaşılacağı gibi sosyal devlet sınıflamaları yapılırken iki farklı anlayış öne çıkmaktadır. Bunlardan ilki sosyal devlet uygulamalarını, ABD ve genel olarak kapitalist dünyadaki uygulamalara dayanarak, kapitalist sistemin kendini korumak amacıyla yarattığı bir mekanizma olarak gören görüştür. Benimde katıldığım ikinci görüşe göre ise, refah devleti veya sosyal devlet, gerçekte İskandinav ülkelerini karakterize eden ve Kıta Avrupa’sında da kısmen uygulanan, kapitalizme alternatif olan sosyal-ekonomik sistemin adıdır.Çağdaş kapitalizmin doğuşundan itibaren, ekonomik çıkarlarla (sosyal çıkarlar) finansal çıkarlar (kâr amacı) yarışma halinde olmuştur. 1980’lerden itibaren yeni bir evreye giren kapitalizm, Doğu Bloğunun çökmesiyle küresel nitelik kazanırken, kar amaçlı piyasa ekonomisi tüm dünyaya hakim duruma gelmiştir. Yukarıda da değinildiği gibi, kapitalist sistemde ortaya çıkan sosyal devlet anlayışı ile kamu bütçelerinden sosyal amaçlı harcamalar yapılmaktadır. OECD ülkeleri ortalama yüzde 20 oranında sosyal destek amaçlı harcamada bulunmaktadır. Örneğin, sosyal destek harcamalarının gayrisafi yurtiçi hasılaya oranı Danimarka, Finlandiya, Belçika ve Fransa’da yüzde 30’un, Avusturya, İsveç, İspanya ve Almanya’da yüzde 25’in üzerindedir. Kore, Şile, Meksika gibi ülkelerde ise bu oran yüzde 15’in altındadır. Türkiye’de bu ülkeler arasındadır. Bu harcamalara karşın dünyada gelir adaletsizliği ve buna dayalı yoksulluk giderek artmaktadır. Son 10 yılda gelişmiş ülkelerde de gelir dağılımı yoksulluk aleyhine değişmektedir.
ÜRETİCİ MUHTAÇ HALDEYardım ve destek niteliğindeki sosyal harcamalar ne kadar yüksek olursa olsun kapitalist sistemin özü değişmemektedir. Bu yapının yarattığı, yoksulluğu sürekli kılan temel sorunlardan ikisinin altını çizmeye çalışalım. İlki özelleştirme ile istihdam olanaklarının daraltılması ve örgütlenme koşullarının sorunlu hale gelmesi ile emeğiyle kazanç sağlayanların pazarlık güçlerini kaybetmeleridir. İkinci sorun ise, birçok mal ve hizmetin meta haline getirilmesi ve kamu malı niteliklerini yitirmeleridir. Bu konularda Türkiye tarımından örnekler verebiliriz. Özelleştirme ve yeniden yapılanma rüzgarıyla, örneğin tekel fabrikalarının yok edilmesi, Süt Endüstrisi Kurumu, Et Balık Kurumu vb. kurumların ortadan kaldırılması, istihdam açısından önemli açıklar yaratırken, üretim ilişkilerini de olumsuz etkilemiş, küçük üretici tarım dışına itilerek, sosyal yardımlara muhtaç hale getirilmiştir. Örneğin daha önce kamu malı olan tohum şimdi ticari mal olmuştur. Çiftçi artık her yıl yeniden tohum almak zorundadır. Kendi üretiminden kendi tohumunu ayıramamaktadır. Diğer önemli bir konu ise bilgidir. Önceleri bilginin elde edilmesi ve sunulması bir kamu hizmeti iken, bu da satın alınabilecek bir mal haline gelmiştir. Kamu mallarının ticari mal olması yanında bu mal piyasalarına az sayıda uluslararası tekelin sahip olması da işin başka sorunlu bir yönüdür. Kapitalizmin küresel ve ulusal düzeyde adil ve dengeli bir refah artışı sağlayamadığı yadsınamaz bir gerçektir. Sorunları çözecek sosyal devlet anlayışında, sivil toplum ve/veya devletin ülke insanlarına sundukları refah yaratma amaçlı yardım ve harcamalardan çok, özetlenen sorunları yaratmayacak bir devlet ve toplum ideolojik yapısı anlaşılmalıdır.