Kapriçyo!

Aydınlık Gazetesi okurları ile ara ara buluşsam da süreli yazılarımı en son 2013-2014 yıllarında yazmıştım. Yıllar sonra yine aynı sayfalardan sizlere seslenmenin kıvancını bir kez daha yaşıyorum. Bundan böyle perşembe günleri “Kapriçyo” adlı bu köşeden sizlere sesleneceğim. Peki neden Kapriçyo?

Kapriçyo aslında bir müzik terimi ve form adı. Her an için sürpriz ve beklenmedik değişimlerin, ele avuca sığmayan melodilerin olduğu bir form. Müzikal kuralları ve genel kabulleri, değişen şartlara göre sürekli sorgulayan bir formun adı. Romantik temaların arasında birden fırtınalı bir agitato duyarsanız bilin ki o bir kapriçyodur. Kapriçyonun temel işlevi şaşırtmak, düşündürmek, zıtlardan birlik yaratmak ve en önemlisi yeni bir şey söylemektir. Borusan Klasik Radyo’daki programımın da adı kapriçyo. Hiç unutmam cazın bile pek az dinlendiği Klasik müzik radyosunda Endülüs üzerinden arabesk tartışmasını açtığımda ortalık iyice karışmıştı. Şimdi ise 8 yıldır dinleyicilerim her hafta duymaya alıştıklarının dışında yeni şeyler duymak için radyoları başına toplanıyorlar. Mâlumun ilanı bence zaman kaybıdır, yeni bir şeyler söylemek gerektir. 2. Cumhuriyet Devrimi’nden anladığım ise tam da budur: her alanda üretmek için her alanda düşünmek ve cesaretle yeniden düşünmek gerektir.

ULUSAL TEMSİLİYETİN SORUMLULUĞU VE ONURU...

25 Kasım günü akşam saatlerinde çalan telefonumun diğer ucunda kıymetli büyüğüm Vatan Partisi Gn. Başkanı Sn. Doğu Perinçek vardı. Çin’e resmi bir ziyaret olacağını ve heyette olmamı istediğini ifade etti. Şahsıma yöneltilen bu onur ile heyecanımı harmanlayıp, teşekkür ve kabulümü ilettim.

18 Aralık günü birbirinden kıymetli heyet üyeleri ile Çin’e ulaştık. Pekin Havalimanı’ndaki karşılama ve özenli protokol uygulamaları ziyaretin boyutlarının ve öneminin tahminlerimin üzerinde olduğunu gösterdi. Uygulanan protokol kuralları yalnızca Türkiye’den gelen 25 kişilik bir siyasi parti kabulünün çok daha ötesinde, Türk Milletinin ve Türkiye iradesinin kabulü ve muhataplığı çizgisindeydi. Bundan daha büyük bir sorumluluk ve onur olabilir mi?

İNSANI SEVMEKLE BAŞLAR SOSYALİZM!..

Pekin’de başlayan, Güney Çin’e, Yunnan Eyaleti’ne, Yunming’e ve Vietnam sınırına yakın coğrafyalara kadar uzanan bir yol haritasını izledik. 8 gün boyunca heyetler arası sayısız görüşme, kurum ziyaretleri, sınır boylarına yakın yerlerde yaşayan etnik grupların yaşadığı dağ köylerini, okulları, sanat atölyelerini içine alan yoğun bir programın içindeydik.

Heyet içinde farklı meslek disiplinlerinden olsak da sanırım ortak gözlemimiz “Çin Modernizasyonu” olarak tarif edilen programın başarı çizgisiydi. Benim meseleye yaklaşımım ise bu başarının yarattığı insandı. Seyahat ve görüşmeler süresince hep bu noktadan baktım... Bir sanatçının ve sanat akademisyeninin temel bakış noktası da bu olmalı diye düşünüyorum.

BİRLİKTE YAŞAMAK!

İlk dikkatimi çeken 1,4 milyar insanın yaşadığı bir coğrafyada kimse kendine yer açmak için birbirini itmiyor ve kelimenin tam anlamıyla “itişmiyor”, buna izin vermiyor. 50’nin üzerinde etnik unsur birlikte yaşamanın ancak birlikte üretmeyle mümkün olacağının ayırdında. Muazzam geniş caddelerde elektrikli motorlarıyla akan insan yığınları ülkenin damarlarında bedene oksijen taşıyan mikro unsurlar gibi. Herkes işini yapıyor.

Birkaç yıl önce bisikletle seyahat edilen Çin’de artık elektrikli araçlar hâkim. Bütün şehirler kalabalık ama inanılmaz bir sessizlik içinde, gürültü yok, motor sesi yok ve tertemiz bir hava. Parklar çalan Çin Ulusal Müziği eşliğinde meditasyonal dans ve spor yapan insanlarla dolu. Sokaklar koskoca bir orkestra, Çinliler orkestranın bir parçası gibi.

Sanatın ve sanatçının hedefinde insan olduğu için ben de hep o noktadan baktım Çin’e. Bu ülkede sosyalizm temel hedefini ortaya koymuş uygulamış ve bence büyük ölçüde de başarmış. Kültürel Devrim insanı sevmekle başlamış... İnsanı sevmek; ülkesinin, değerlerinin, tarihinin farkında olmak, koruyup kollamakla mümkündür. Bu güç ise ulusal üretimin yegâne enerjisidir. Bu enerji ortakçıl bir ideal ile büyük aileyi beslemiş ve beslemeye de devam ediyor gibi.

Çin coğrafyasında gezerken Edebâli’nin öğüdü hep kulaklarımdaydı “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” Sosyalizmin bir yanı ve bence en önemli yanı da bu değil midir? İnsanı yaşatmak... İnsanı temel değerlerden mahrum etmemek, odsuza od, aşsıza aş, işsize iş değil midir?

SÜREKLİ TEBESSÜM EDEN MÜTEVAZI BİR DEV...

Bir diğer gözlemim ise metropolde de dağ köyünde de sokakta da işçisi de, köylüsü de sürekli tebessüm halindeler. Öksürse dünya ekonomisini sallayacak güce sahip bir ülkenin vatandaşı nasıl olur da bu kadar alçak gönüllü ve dervişân bir ruh halinde olabilir? Diye düşünmeden edemiyorsunuz. Öyle ya! muazzam bir ekonomi ve üretim gücü kibiri de beraberinde getirir. Biz sömürgeci Batı emperyalizminden böyle biliriz. Ekonomik güç; küstahlığı, mütecaviz edepsizliği, uzak coğrafyalarda söz ve eylem hakkı vermedi mi şimdilerde çöken Batı’ya.

Çin’de ise görünen tam tersi. Ekonomisini ve kültürel devrimini gerçekleştirirken buna paralel bir vatandaş modelini de beraberinde programlamış; alçak gönüllü, emeğe yoğun, üreten, üreten, üreten... Sokaktaki insan kendisini adeta Çin’in ayağa kalkmasında tek güç olarak görüyor. Vatandaş bu kalkınmanın taşıyıcısı ve emeğiyle paydaşı olduğunu hissettiriyor. Sözün özü 1,4 milyarlık bir ortaklar sofrasını hissediyorsunuz. Bence başarının gözden kaçmaması gereken tarafı da bu. Bunun ancak bir tek sebebi olabilir ki; Çin geleceğe gözünü çevirmiş yoluna devam ederken arada bir geriye bakıp aldığı mesafenin muhasebesini sanırım çok iyi yapıyor. Tarih bilincine hiçbir milât koymamış, bu uzun yürüyüşü tarihsel bir bütünlük, kabullenme ve tüm süreci sahiplenmeyle gerçekleştirmiş. Çin modernizasyonu (oldum olası bu modern lafını sevmem mecburiyetten kullanıyorum) ulusal ve tarihsel sahiplenmeyle taçlanmış.

Modern binalarının çatılarında kullandıkları orijinal silindirik kiremitler dahi kimliği koruyarak da modernitenin gerçekleşeceğini fısıldıyor. Bu ülkede her yerde Çin var! Modernizasyonda medeniyet dayatmasına izin vermemişler. TV’de müzik programlarını, çocuk korolarını, bale ve operalarını her akşam odamda izledim; bütün sanatçıların nüfus kaydı Çin’de! Taklit yok denecek kadar az, özenme yok. Çin Çinli olarak yaşıyor, üretiyor ve dünyaya kafa tutuyor. Çin’in asıl gücü ekonomi değil Çinlilik şuurudur...

Peki her şey bu kadar olumlu olabilir mi? Tabii ki değil yaşamın kurallarına aykırı. Olumsuz süreçler, iç huzursuzluklar, karasızlıklar, geçişler, destabilizasyonlar mutlaka yaşanmıştır. Önemli olan genel grafiğin yönü ve ivmesidir.

ÇİN’E YALNIZCA EKONOMİ OLARAK BAKMAK BATICIL İŞPORTA SİYASETİDİR!

Batı emperyalizminin dizleri üzerine çöktüğü, NATO’nun bizim açımızdan ipinin pazara çıktığı, teslimiyetçi politikaların 1940’lardan beri “illallah” dedirttiği bir süreçte Çin’e çok dikkatli bakmamız gerekli. Avrasya Birliği’nin taşıyıcı kolonlarından biri olan Çin ile çok daha yoğun işbirliği, ülkemizin ve kürenin geleceğini aydınlatacaktır. Çin denilince akla ilk gelen ekonomidir. Ben ekonomist değilim, anlamam ama Çin’in başarısı ekonomik kalkınmanın çok çok daha derinlerindedir. Çin’e yalnızca ekonomi olarak bakmak, batı emperyalizminin maddeci bakışı ve saplantısıdır.

Çin bu kadar geniş bir coğrafyada bu kadar dev bir nüfusla, birlikte yaşamanın ve üretmenin tezidir. Bu sosyalizmin ve kültürel devrimin insan yaratma başarısıdır. Çin’e gidin ve Emperyalizmin yalanlarının nasıl çöktüğünü görün. “Çin Malı” aşağılamasının Çin ekonomisini ve üretim şeklini değil, emperyalizmin yalanlarını tarif eden bir terim olduğunu göreceksiniz. Emperyalizmin tüm kara propagandalarını anlatacak yegâne tanım yine emperyalizmin yarattığı Çin ile alâkası olmayan “Çin Malı” terimidir.