Kara Defterden

1993-1994 kayıtlarda Irak’ta 113 kütüphanede 1.494’ü Türkçe, toplam 82.258 el yazması var görünüyor; 4.412 nadir eserle Irak Milli Kütüphanesi’nde 417.000 cilt kitap... Bunların arasında da Türkçe var. Bağdat’ta bulunan 41 kütüphanede 1.279’u Türkçe, toplam 53.022 el yazması var. Bağdat kütüphanelerinin el yazması açısından en zengini Saddam El Yazmaları Kütüphanesi: 40.214 adet (786’sı Türkçe) var. Yine Bağdat: Evkaf Kütüphanesi’nde 5.147, Naji Mahfuz Koleksiyonu’nda 662, Qadiriya Kütüphanesi’nde 1.544 el yazması var. Basra’da, 3 ayrı kütüphanede 2.114 eser (10’u Türkçe) var; Dohuk’ta 16, El Divaniye’de 2 ayrı kitaplıkta 236, El Hilla’da 4 ayrı kitaplıkta 86; Erbil’deki 2 kitaplıkta 50 (10’u Türkçe); Nasıriye’deki 3 kitaplıkta 304; Samarra’daki 2 kitaplıkta 41 el yazması var. Kerbela’daki 19 kütüphanede fıkıh, kelam, Kur’an, mantık, felsefe, edebiyat, dil ve gezi hakkında Farsça - Arapça 2.337 el yazması var. Kerkük’teki 5 kütüphanede 117 yazma eser (23’ü Türkçe) var. Musul’da 9 ayrı kitaplıkta 6.810 yazma eser (135’i Türkçe) var. Necef’teki 17 kütüphanede 12.159 el yazması (20’si Türkçe) var, Süleymaniye’deki 2 kütüphanede 4.430 el yazması (17’si Türkçe), El Samava’da 11, Saddam’ın doğum yeri Tıkrit’te 28, El Zubayir’de ise 25 el yazması var. Var dediğime bakma! İnsanlığın en önemli yazılı kaynakları olan bu yazmalar yok aslında! Kültür Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, The World of Learning 2002 ve World Survey of Islamic Manuscripts kaynaklarından aldım rakamları. Yok bugün! Irak’ta oldu bunlar, yüzyılımızın başında. Hani bir hafta önce, tüm ABD varlıklarını toprağından çıkarma kararı alan Irak, orada... Biliyor musun Irak’ta en önce yağmalanan yerlerden biri de kütüphanelerdi savaşta, 113 kütüphaneden 82.258 el yazması çalındı. Yok bugün. ABD ise “henüz” burada. Daha net anlaşılıyor mu; neden burada?

Osmanlıda, hakkında idam cezası verilen üst düzey çalışanın kellesi hemen alınmaz, ilginç yöntemler var: Yarış mesela... Hem de bostancı adı verilen, saray bahçeleri ve idamlarından sorumlu; maşallah denecek kerte iri gençlerin yer aldığı Bostancılar Birliği’nin başındaki baş-bostancıyla yarış: Koşu. Rakipler yarışa sarayda başlar, bahçeleri, parkları, dar kapıları ve sokakları geçer, Kumkapı civarındaki Balık Pazarı kapısında bitişe ulaşırmış. Hükümlü, hedefe önce varırsa özgürlüğü hak eder; İstanbul’dan sağ salim ayrılırmış. Fakat kan ter içinde koşarak bitişe geldiğinde, rakibini orada oturmuş beklerken görürse hayatı, galip gelen bostancının insafına kalmıştır. Yetkili, yorgun arkadaşa kendine gelsin diye şerbet uzatırmış. Şerbet beyazsa, sadece sürgün cezası alınır, kırmızıysa fena, adamın idamına karar verilmiştir. İdamdan sonra ceset oracıkta, Kumkapı’dan denize... Bu yarışı kazanarak ölümden kurtulan son kişi Büyük Vezir Hacı Salih Paşa, 1822’de ödül olarak sadece hayatını değil Şam valiliğini de kazanmış. Nasıl koştuysa artık... Zaten devlet adamı, özellikle savaşta iyi koşan, koşarken ardına bakmayandır. Savaşta iki ordu karşılaşırken komutanların geriye bakmaması beklenir. Bakan, korkaklık ve acemilikle nitelenir. Geriye bakan, kuvvetlerini karşı tarafla kıyasladığı algısı oluşturur, askeri kötü etkiler. Yıldırım Beyazıt’ın, Ankara Savaşı’nda epeyce kalabalık Kara Tatarların ihanetinde bile arkasına bakmadığı söylenir. Asla yalnız yürümeyecek misin bilemem ama asla geriye bakma. Tarih ileri doğru akar çünkü. Geride bildiğini yenile her zaman, ekle, dönüştür, değiştir. Yıkıp yerine yenisini koymaların tarihidir biraz da tarih...

Bazen sana da olur mu? Konuşma hızı, düşüncenden önce ilerler ve mesela Hüseyin Rahmi Gürpınar diyecekken, Hüseyin Gahmi Hürpınar gibi bir şey çıkar ağzından. Buna spoonerism derler. William Spooner’dan mülhem. Mister, bu tarz dil sürçmelerini hayatının her dakikasına yaymış, Oxford’lu bir bey. Nabokov üstadın, Pnin’de de dalgasını fena halde geçtiği dalgın profesör tipinin canlı hali... Bir keresinde verdiği vaazın ardından tekrar kürsüye çıkıp önce bilgi hatalarını düzeltmiş, sonra da dalgın adam ne yapsın, az önceki konuşmamda “lighting a fire” (ateş yakmak) yerine “fighting a liar” (yalancıyla dövüş) dedim, Allah cezamı verecek şeklinde yaptığı bir dolu bu tarz yanlışı açıklayıp ahaliyi aydınlatmış. Ece Ayhan’ın Çapalı Karşı diye bir şiiri var, edebiyatımızda spoonerism örneği: “Kollarında eski balık dövmeleri / teodor kasap perhiz ahali içmez” gibi bir şiir. Kim bu dizedeki Kasap: 1835’li, Kayseri’nin bugünkü Melikgazi Köyü’nden. Kapalı Çarşı’da Astarcılar Hanı’nda kumaşçıda çıraktır önce, derken Kuruçeşme Rum Millet Mektebi’nde yoksul öğrenci, kendi kendine Fransızca öğrenir. Kırım harbinden dönen ve Alexandre Dumas Père’in (baba olan Dumas bu, oğul olanı Kamelyalı Kadın’ı yazandır) bir levazım subayı olan kuzeniyle çarşıdaki bir alışveriş sırasında tanışır. Mösyö, çocuğun dile merakını görünce öğrenimine Paris’te devam etmesini sağlar. Paris’te Baba Dumas’nın özel sekreterliğini yapar Kasap; birlikte birçok seyahate katılırlar. Nâmık Kemal’i, Dumas ile de bizim Kasap tanıştırır. Rum vatandaşımız Teodor, bizde 1870 yılında ilk mizah dergisini de çıkaran adamdır... Sadece mizah değil, yanı sıra Çıngıraklı Tatar, Kudunatos, Hayal, Momos gibi dergilerin ve İstikbal adlı günlük siyasi gazetenin de yayıncısı. Teodor Kasap veya Keodor Tasap...

Bugün saat 14’te, Kartal Edebiyat Günleri - Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’nde sevgili okurlarla bir söyleşi gerçekleştireceğiz. Bekleriz. Gelin!