Kara Defterden
- Mufassal kıssa başlarsın / Garip efsane söylersin - Bâki
- Geçen yüzyıl başında, o sevimsiz ve sinsi Lawrence’ın çöl kaplanı adı verdiği Fahrettin Paşa’nın Medine savunması var. O günlerde bölgede görevli
bulunan Naci Kaşif Kıcıman, hatıralarında olup bitenleri ayrıntılarıyla anlatırken isyancılar tarafından aylarca kuşatıldıktan sonra erzak bulamayan aç biilaç askerimizin, çekirgeyi de yiyecek olarak düşünmesi için bizzat paşanın yazdığı bir kitapçıktan da söz ediyor. Emir metninde, paşa çekirgeyi öve öve bitirememiştir. Bazı bölümleri alıntılamak isterim: “Çekirgenin serçe kuşundan ne farkı var? Yalnız tüyü yok? O da serçe gibi kanatlı ve uçuyor. Bitki ile besleniyor. Serçe gibi huysuz, serçe gibi asabi. Yediği şeyleri itina ile seçiyor ve temiz şeyler yiyor. Hicaz, Asir, Yemen ve Afrika Araplarının başlıca gıdası çekirgedir. Bedeviler sağlamlık ve zindeliklerini, sebükbarlıklarını (zinde, hafif diyor yani) yedikleri çekirgelere borçludurlar. Çekirgeyi deve ve hecinler de büyük bir zevk ile yiyorlar. Kimi bölgelerde de develeri kamilen çekirgeyle besliyorlar. Müessir ve kati olan şifa hassaları (dizlerinin bağı çözülenlere), zayıflara, bünyevi hastalıklara, basurlulara büyük tesiri vardır.”
Biraz daha bakılmalı: “Romatizma için iksir gibidir. Şifa hassaları bilhassa yumurtasında toplanmıştır. Biz maatteessüf bunları çukurlara gömerek, üzerlerine kireç dökerek ziyan ediyoruz.” Bu çileli, zor coğrafyadan, ne inanmış insanlarımız gelip geçmiş. Paşaya kulak verelim yine: “Medine’de müzayede ile bir okkası, çürük para yedi-sekiz kuruşa satılıyor. Sahil kasabalarda pek mergup -beğenilen- ıstakoz ve karidesten hiçbir farkı yoktur.”
- Bu aralar iki şiir kitabı okudum. İlki Hakan Savlı’nın Kırgın Karnaval’ı; ikincisi Hüseyin Ferhad’ın Nihayet Bir Cümledir İnsan’ı; ikisi de şiirden umudu kesen
(hayattan da umudu kesen demektir aynı zamanda), ömrü boyunca iyi - kötü her şeye hep muhalif durmuş garip entelektüele inat, harika kitaplar.
- Balzac, Madem Carteris’ye 11 Mart 1835’te yazdığı mektupta, Vadideki Zambak’ı yazarken ağlamaktan kendini alamadığını söylüyor. Kendini
büyüleyemeyen yazar hep kupkuru.
- On altıncı yüzyılın ilk yarısında esip coşan Girolamo Cardano adlı bir bilimci kardeşimiz var. Matematik, fizik, astroloji ve tıpla uğraştı. Leonardo da Vinci’nin
arkadaşı Avukat Fazio’nun gayrimeşru oğlu Girolamo, Milano’da Practica Arithmetica’yı (1539) basıma hazırladı, Matematik Alıştırmaları diye çevirsek olur. Cardano, denklem üstadı Niccolò Tartaglia’yı davet edip ısrarla üçüncü derece denklemin sonucu hakkında bilgi istedi. O zaman aydınların birbirlerine verdiği - vermediği böyle sırlar vardı. Aydınlanma, bir çılgınlık düşüdür. Ondan öğrendiklerini yazmayacağına, üstat yazana kadar konuşmayacağına dair söz veren Cardano sözünü tutmadı! 1545’te cebir alanında ilk Latince bilimsel eser olan Ars Magna’yı (Büyük Sanat) yayımladı. Beyefendi özellikle küplü denklemlere takıntılıydı. x³=15x+4 en sevdiği sorudur...
Bu güzel abi, öğrencisi Lodovico Ferrari’yi, 4. dereceden denklemleri çözmesi için cesaretlendirdi. Ferrari (araba değil) bu tür problemleri çözerken var olan metotların belki de en şık olanıyla soruyu çözmeyi başardı.
Adamım Cardona, bunlar dışında çeşitli mekanik araçlar icat etti. Bunlardan bazıları: Şifreli kilit, bir şifre çalışması olan, soyadından mülhem kardan ızgarası, çapraz mafsallı yatak ve benzeridir. Bu yatak, dönme hareketinin, değişik açılarda devamlılığını sağlayan bir aygıt olup günümüz araçlarında da bağlantı sağlayan (yine soyadından) kardan mili denir.
Bitiyor mu? Hayır, ne bitmesi. 1550’de iki adet bilimsel içerikli ansiklopedi. 1551 yılında kehribarın bazı hafif maddeleri çektiğini fark edip elektrikle manyetizma arasında ilk bağlantı. İşitme engellilerin eğitimi konusunda çalıştı. Neden bunca şey yaptı, maaş veriyorlar mıydı, bir ülkeden göç hakkı mı elde etmeye çalışıyordu? Hayır. Bazı insan sadece o şeye bağımlı olduğu için yapar o şeyi: Tutku. Sevdiği için. Seviyordu. Amacı büyük insanlık bile değildi belki. Tarihe kalmak, meşhur olmak hiç değildi. Başka türlü yaşayamıyordu.
Cardano ayrıca iyi kumarbaz ve satranç oyuncusuydu. 1560’ta bu yüzden şans oyunları temalı bir kitap yazdı. Ancak bu eser ölümünden sonra, 1663’te yayımlandı.
Abimizin bir mevzusu daha var. Tuhaf adam dedim ya. İnsanların gerçekte birbirinden ne kadar farklı olduğunu hem bir otobiyografi kaleme alarak kendi üzerinde örnekledi hem de aynı düşünceyi, doğanın geneline uygulayacak şekilde yürüttüğü kapsamlı bilimsel çalışmalar yaptı. Beyimiz, kendini bir hastaymış gibi inceleyerek her türlü fiziksel ve ruhsal özelliğini en ince ayrıntısına dek gözlemledi; tüm hastalıklarını, cinsel organıyla ilgili problemlerini, basurunun durumuna varana kadar, vücudunun her gün ürettiği idrar miktarını bile not etti. “Sağlam dişlerimin sayısı on dört, bir tanesinin durumu ise biraz zayıf,” gibi, bir dolu delice not. Her öğünde ne yemekten hoşlandığını hiçbir ayrıntıyı atlamadan açıklamıştı. Basılmayan, çok merak ettiğimiz iki kitabı daha var: Eşyanın Çeşitliliği ve Eşyanın İncelikli Yönleri...
Cardano insanları başkalarına benzemeye çağırmıyordu, bunun yerine şöyle bir sonuç önerdi: “Olmak istediğin gibi olamıyorsan, mutluluğun sırrı, olabildiğin gibi olmakta gizli.” Bu, uyumlu bir dış cephe oluşturma çabasının, insanın önüne çıkardığı güçlüğe ilişkin ilk beyanattır. Rönesans devrinin yeni insanları, yalnız kalma sanatında daha sadece ilk adımı atmıştı. Birey olmak, yalnız kalmak, sanattır; çözeceklerdi...