Kârlar cebe zararlar kamuya haydi, eller havaya!
Ne deve ne de kuş olan garabet bir sistem tam anlamıyla dibe vurmak üzere.
En derin ve en uzun süreli ekonomik krizi hala inkar etmeye çalışan, istatistik verileriyle, algı yayınlarıyla ve şapkadan tavşan çıkarmaya çalışan nafile günübirlik pansuman çare arayışlarıyla oyalanan iktidar ne yapacağını şaşırmış görünüyor.
Derli toplu, detayları iyi planlanmış, kamuoyunun desteğini ve güvenini sağlayabilecek bir istikrar programını ve onu hayata geçirebilecek kadroyu ortaya koymayan, koyamayan iktidar, bölük pörçük, popülist ve günü kurtarmaya ve görüntüyü makyajlamaya yarayan işlerden medet umuyor ne yazık ki.
Sık sık vergi barışı ve mali aflar çıkararak ülkeyi adeta mali sınır ve kontrollerin fiilen ortadan kalktığı bir kara para cennetine çevirmeye
çalışıyorlar sanki.
Yaygın konuşulan görüş, bu tür vergi barışları ve mali afların, ülkeden kaçırılan, haksız iktisap edilen, yolsuzluk ve usulsüzlükle elde edilen, kayıt dışı ve yasadışı yollarla sahip olunan paralara ve
sahibi olan şahıslara aklama imkânı ve fırsatı veren işler olduğudur.
Hâlbuki kamuoyunda yaygın olarak konuşulan, yolsuzluk iddiaları ve haksız kazanç ve iktisap tartışmaları, bu tür mali aflar ve vergi barışlarıyla örtbas edilemez.
Bunlardan medet umanlar varsa göreceklerdir ki, gelecekte hayal kırıklığına uğrayacaklar.
Öte yandan, bankaların donuk ve/veya fiilen batık durumda olan kredilerinin borçlularını kurtarmaya yönelik yasal düzenlemeler yapılıyor.
Ekonomik kriz bir yandan inkâr edilirken, öte yandan kurtarma paketleri, Merkez Bankası’nın 55 yıldır el sürülmeyen ihtiyat akçesine el koyan düzenlemeler ardı ardına panik halinde devreye sokuluyor.
Çoğunluğu, hesapsız, kitapsız, ağır borç yüküne girerek yapılan ve gerçek değerinin çok üstünde milyonlarca liraya satılmak istenen, 800 bini aşkın satılamayan konutun da kamunun sırtına yüklenmesi talep ediliyor müteahhitler tarafından.
Güya serbest piyasa ekonomisi.
Ama karlar cebe, zararlar, batıklar, ödenmeyen krediler, satılmayan konutlar kamuya yani halkın sırtına yine-yeniden yüklenmek isteniyor.
Emir-komuta ile faizleri bile belirlemeye çalışıyorlar.
Bir yandan Türkiye ittifakı laflarıyla toplum oyalanırken, eşi benzeri görülmemiş bir partizanlıkla-bürokrasiyi, ehliyetsiz-liyakatsiz, mürit zihniyetli kafalarla dolduruyorlar.
Eşdost-akraba kayırmacılığı inanılmaz boyutlara gelmiş vaziyette.
Türk milleti, sosyo-kültürel olarak Araplaştırılmak, milletin yerine ümmetçilik ikame edilmek isteniyor.
Eş zamanlı olarak eğitim de hızla imam hatipleştirilmeye çalışılıyor.
Bu ekonomi-politik gidişatla, ekonominin içine sürüklendiği resesyondan sağlıklı bir biçimde çıkması giderek gecikiyor hatta zorlaşıyor.
Yaz aylarında işçi-turist döviz girişleri, enerji faturalarının azalması gibi mevsimsel faktörler, yılın son çeyreğinde yani sonbaharda
yerini çok daha zorlu koşullara bırakacak.
Hala popülist harcamalarla, israf ve yolsuzlukla ciddi mücadele niyeti de girişimleri de ortada görünmüyor.
Yolsuzluklar için Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediyeleri, münferit ve bölük-pörçük bazı iddiaları ortaya koyuyor. Ancak, gerçek birer “Yolsuzlukla Mücadele Birimi” halen kurulmuyor!
Hâlbuki dünyada Pakistan, Malezya ve en son Peru’da, sorumluluğu tespit edilen başbakanlar, devlet başkanları ve bakanlar bile özel yolsuzluk mahkemelerinde hesap veriyorlar bugün.
Türkiye’de yolsuzluklarla mücadeleyi öncelikle ortaya koymalıdır.
Devleti soyanları, ihale yolsuzluğu yapanları, rüşvet alanları, haksız iktisapla haksız servet sahibi olanları, kara paralarını yurtdışına ve ‘offshore’lara kaçıranları, bu paraları meşruymuş
gibi aflarla yeniden sokup aklamaya çalışanları, hepsine ama hepsine dair iddiaları hukuk içinde ama kararlı ve etkin bir biçimde soruşturmalıdır.
Bugün değilse bile yakın gelecekte bu mutlaka yapılmalıdır, yapılacaktır.
Karlar cebe, zararlar halkın sırtına diyenlerin de, yetim hakkı yiyip devleti soyanların da yaptıkları yanlarına kalmamalıdır.