Karteller ve medya çeteleri

Serbest piyasa düzeninde tam rekabet esastır. Ancak bu her zaman geçerli olmaz. Sistem zamanla karteller, tekeller yaratır. Kamunun rolü burada kritik önemdedir. Düzenleyici, denetleyici kurumlar devreye girmezse serbest rekabet düzeni bozulur. Sonra derdini kime anlatırsan anlat.

Bunlardan ikisine dikkat çekip bir üçüncüye konuyu bağlayacağım. Başlıyoruz.

TİM İŞE EL ATAR MI?

İlk olarak dünyada bir "Line" karteli söz konusu. Bilmeyenler için; gemilerle yapılan konteyner taşımacılığı olarak özetleyebiliriz. Bu tür taşımacılık yapan şirketlerin adında line ibaresi yer alır. İhracatçılar ne zamandır bu line'lardan dertli. Kimya/plastik sektöründe faaliyet gösteren bir ihracatçı geçenlerde şöyle bir örnek verdi: Bir ülkeden gemi geliyor. Normalde 500 konteynerlik. Ama buradan mal götüreceği zaman 500 değil 300 konteynerlik yerim var diyor. Fiyatı yukarı çekiyor. İstersen itiraz et. Piyasa onların elinde. Uluslararası dev firmaların tahakkümüne mecburen ihracatçı razı oluyor. Ayrıca son dönemde Türkiye'nin ihracatını baltalamak için de böyle bahaneler öne sürülür olmuş. Daha önce hem lojistik hem de gıda sektöründe faaliyet gösteren bir ihracatçı da bu duruma isyan etmişti. Hadi 2023'te 500 milyar dolar ihracat hedefi hayal oldu. En azından dünya ihracat pazarından yüzde 1.5'lik pay alma hedefine ulaşabilmek için devletin ya teşvikle ya da bizzat kendi kuracağı şirketle uluslararası gemi taşımacılığı alanındaki bu kartelin hakimiyetini kıracak adım atması lazım. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) şov amaçlı birçok organizasyon için harcadığı bütçeleri, Ekonomi Bakanlığı'nın da onayıyla bu iş için özsermaye olarak koyabilir.

ÇİN'İN RAYLI HAMLESİ

Uluslararası taşımacılık alanında bir gelişmeyi de göz ardı etmeyelim. Çin'in Yeni İpek Yolu Projesi; yüzde 80'i deniz taşımacılığı ile yapılan dış ticareti yeniden raylara oturtacak. Türkiye, Bakü-Tiflis-Kars demiryolu bağlantısını kurarak burada varım dedi. Ancak öğrendiğimize göre hat açılmasına rağmen işlerlik kazanmamış durumda. Karayolunun maliyeti, denizdeki karteller göz önüne alındığından demiryolu Türkiye için önemli bir fırsat. Ancak iş Bakü-Tiflis-Kars'ı açmakla bitmiyor. Doğu'nun mallarını Batı'ya taşıyacak boğaz bağlantısını kurmak lazım. Sözüm ona üçüncü köprüden tren yolu geçecekti. Cahilliğimi bağışlayın ama, hazır yakın zamanda "Murder on the Orient Express" filminin yeni uyarlaması beyazperde boy göstermişken sormak istedim: İstanbul'dan kalkan bir tren Fransa'ya, Brüksel'e, Berlin'e kadar gidebiliyor mu? Yoksa bizim Doğu Ekspresimiz Ankara'dan Kars'a nostaljik iç turizm fantezisi yapmak için mi var? Bir de Kanal İstanbul çılgınlığı var ki tamamen bu işleri karmaşık hale getirmekten başka işe yaramayacak gibi.

İTHAL KAĞITLA NEREYE KADAR?

Bir başka kartel de gazete kağıdı sektöründe oluşmuş durumda. Daha önce bir vesileyle konuyu "Kağıdı ithal arsız medya" başlıklı yazımızda ele almıştık. Şimdi bu COP21 çerçevesinde Çin eski fabrikalarını kapatıyor. Demir-çelik, selüloz, sunta fiyatlarında bu nedenle ciddi artışlar söz konusu. Gazete kağıdında da durum aynı. Tonu 600 dolarlardan 750-800 dolarlara kadar yükselmiş. Esasen son üç yıldır döviz bazlı bir fiyat artışı söz konusu ancak son dönemde arzın azalması nedeniyle fiyatlar iyice uçmuş durumda. Türkiye gazete kağıdının neredeyse tamamını ithal ediyor. İçeride bu işin ticaretini yapan üç beş firma söz konusu. Onlar da gazeteleri vade ve fiyat konusunda istedikleri şekilde avuçlarına almaya çalışıyorlar. Yani bir kartel de burada olmuşmuş. İki büyük medya grubu direk yabancı üreticilerin mümessilleri olduğundan onlar için böyle bir sıkıntı henüz söz konusu değil. Yine de döviz yüzünden fiyatların artması onların ve onların matbaalarında basım yaptıran gazetelerin maliyetlerini ciddi biçimde etkiliyor.

Bir üründe yüzde 99 dışa bağımlı olmak üretim ekonomisi şiarıyla seçmenden oy isteyen, 11. Kalkınma Planı'nda üretimi önceliğe alan Hükümet'in politikalarıyla çelişiyor. Bu konuyu Başbakanlık danışmanları, TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı düzeyinde ulaşabildiğimiz isimlere ilettik. Herhalde konuyu Cumhurbaşkanımız'a da arz etmemiz gerekecek. Her ne kadar yazılı basın bitiyor denilse de. Daha çok seneler konvansiyonel medya varlığını sürdürecek. Türkiye'nin yeniden kendi gazete kağıdını üretmesi lazım. Hiç değilse pazardaki ithal tekelini kıracak kadar.

OTO BASININDA KARTEL Mİ VAR?

Gelelim üçüncü konuya. Takip edenleriniz olmuştur. Çeşitli sitelerde yer aldı. Yüksek İstişare Kurulu Üyesi olarak yer aldığım Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) sektörün diğer paydaşlarıyla birlikte bir Etik İlkeler çalışması yaptı. Yakın zamanda kamuoyuna açıklandı ve taraflar üzerinde mutabık kaldılar. Geçen haftalarda bu etik ilkelere aykırı bir durum yaşandı. Bir otomotiv şirketi basın toplantısı adı altında düzenlediği etkinlikte akreditasyon uyguladı. Bazı gazetelerin otomotiv editörleri toplantıya davet edilirken, bazıları çağırılmadı. Üstelik halka açık bu şirketin toplantısında, ülkenin otomotiv sektörünü yakından ilgilendiren konuda bir yatırım açıklandı. İmtiyazlı gazetelerde toplantının olduğu haftayı izleyen pazartesi günü haberler çıktı. Aynı gün diğer basına da bülten geçildi. Elbette her toplantıya herkes çağırılacak diye bir zorlama olmayabilir. Ancak en azından kamuoyunun bilgilendirilmesi açısından bir gün önceden konuyu anlatan bir basın bülteni tüm medyaya servis edilebilirdi. Ancak yapılmadı. Çünkü öğrendiğimize göre, o imtiyazlı otomotiv editörleri böyle istiyorlarmış. O çok önemli gazeteci kişiler böylece özel haber yapmış oluyorlar. Neyse buraya döneceğiz. EGD tarafından yapılan açıklamada, söz konusu akreditasyonun etik ilkelere aykırı olduğu bildirildi. Öğrendiğime göre kurumsal cepheden gelen cevap "böyle bir durumun yaşanmadığı" şeklindeydi. Demek ki üç beş imtiyazlı gazeteci dışındakiler yalan söylüyordu! Ya da kurumsal tarafın da dünyadan haberi yoktu! Konu EGD'nin şubat ortasında düzenlenen Kartepe Zirvesi'nde de gündeme geldi. Bu durumun kabul edilemez olduğu yönünde fikir birliğine varıldı.

BUNUN ADI TERBİYESİZLİK

Buraya döneceğiz demiştik ya işte kabul edilemez kısmı onu da kapsadığı için medyadaki iki tür karteli dikkatlerinize sunuyorum. İlki otomotiv medyası özelinde oluşmuş durumda. Bir takım otomotiv editörü arkadaşlar şirketlere, halkla ilişkilercilere ve kurumsal iletişime baskı yaparak toplantılara hangi medya mensuplarının katılıp katılamayacağına karar veriyorlarmış. Bunu bizzat o sektörü takip eden muhabir, editör arkadaşlardan öğrendim. Bu kişiler "herkes varsa ben gelmem, bana özel toplantı yap" şeklinde rest çekiyorlarmış. Bizim öğrendiğimiz özel habercilik ısmarlama toplantılarla, haberlerle değil; araştırmacılıkla, soruşturmacılıkla yapılır. Aynı sektörden ekmek yiyen meslektaşlarınızın haber alma özgürlüğünü kısıtlayarak değil. Üstelik halkın haber alma özgürlüğü gibi kamusal bir görevi icra eden, ettiği savında olan kişilerin bunu yapması en hafif tabirle terbiyesizliktir.

NE OLACAK BU EMLAK BASINININ HALİ?

Bir de bunun emlak basını ayağı var. Ekonomi basınının üstatlarından bir büyüğümüz anlattı. Geçenlerde bir emlak şirketinin toplantısına katılıyor. Kendi ifadeleriyle mealen aktarıyorum: Gazeteci dışında herkes var. Patrona yağ çeken, abuk sabuk sorular soran sözüm ona gazeteciler, onların iki katı reklamcılar... Şimdi o emlak medyası içerisinde de bir güruh var ki; bazı gazetelerin emlak sayfalarını satın alıyor. Oraya anlaştığı şirketlerin haberlerini reklam karşılığı koyuyor. Hem kendi para kazanıyor hem de gazeteye reklam geliri sağlıyor. Buradan bakınca aslında zaten advertorial halini almış elmak sayfaları için pek de etik olmayan bir durum yok. Sonuçta iş iştir.

Ancak iş, bu modeli kabul etmeyen bazı gazetelerin müdürlerinin altını oymaya gelince işin şekli değişiyor. Bir ekonomi müdürü arkadaşımız hakkında geçen yıl eşinin şirketi üzerinden, bu yıl da direkt kendisini konu eden çeşitli haberler yapıldı. Bu haberler ne gazeteciliğe ne de mesleki etiğe sığmayan dedikodular ve ithamlardan ibaretti. Mesleğe yıllarını vermiş, bu zor şartlarda bile bence başarılı işlere imza atan, muhabirlerini koruyan, kollayan bir meslektaşımıza bu haksız saldırıyı yapan emlak karteli de basının çürüyen yüzünün bir resmini oluşturuyor.

Siyasi baskılar, maddi imkansızlıklar, patronaj hakimiyeti ve iyi yetişmiş insan azlığı yüzünden gün geçtikçe yıpranan mesleğimizi bir de bizler kendi elimizle vurmayalım. Bu tür hatalardan dönelim derim.