Katmer tutan ateş!...

Şehrin çok uzaklarında kabuk tutmuş yaralar gibi köhne ve yalnızlık görüntüleri aksettiriyordu o eskimiş ve de çok hüzünlü manzara...
Çünkü sahipsiz çocuklar gibi de duruyordu uzaktaki kayalıklar ve bağrındaki mazlum yaralar!..
Yaz geçmiş, sonbahar kendi deminde, zamanın sigara kâğıdından savrulacak pervasız efkârını da bekliyordu sanki!..
Velhasıl, sahipsiz günlere terk edilmişti adeta, uzaktan meçhulü de andıran antika eskisi o yıkılmış tablolar...
Ve sitem de vardı sanki uzaktan el eden o sersemlemiş pejmürdeliklerde!..
Kim bilir, az öteden geçen biçare insanları çağıracak gibi özlem de yüklüydü sanki orası...
Ve zaman kendi devinimi içinde bir serapmış gibi, farklı anlara sahne olsa da yaşama, uzaktan gözlenen görüntü, tarihin eskidiğini anlatmaktan başka bir şey ifade etmiyordu insana!..

ÇOCUKLARI ÜRKÜTEN HİKAYELER...

Orada, işte tarihin sararmış yapraklarının iyice şaşırmış gibi durduğu o vadiye nakşolmuş zaman, kendi içinde de hesaplaşır gibiydi...
Bazen kurşun seslerinin kaçakçı atlarının nal seslerine karıştığı o mahallede, dikkati her zaman harabe evlerin ardında, adeta birer dert gibi duran mağaralar da çekerdi...
Korkardık çocukken eski kokan o esrarengiz mağaralardan...
Çünkü çocukluğumuzun vahim hikâyelerine mekân diye anlatılan korku manzaralarıydı o mağaralar...
Bazen “kanlı mağara” diye anlatılan dramatik öykülerin ve bazen de “içinde cinler saklanıyor” denilen ürkütücü hikâyelerin mekânlarıydı oraları!..
İşte orada, yaşamın nasıl terk edilmiş olduğunu gösteren sarsıcı sahneler aslında hiç değişmiyordu...
Nice insanlar geçmişti karanlıkta ölü gibi duran o devasa mağaraların önlerinden!..
Uçsuz bucaksız kayalıkların bağrında kör olmuş gözler gibi
duran o kıraç görüntülerin tam ortasında, nice eski adamlar yaşamıştı kim bilir?..
Ve o devasa mağaraların önünden ta aşağılara kadar inen vadiden hangi umutlar tepetaklak olmuştu acaba?..
En önemlisi de kim bilir nice çocuklar koşmuştu oranın tarih kokan eskimiş patikalarında?..

KAYALARDA ANA KUCAĞI

O gün sabah, Urfa’nın Kötüler Mahallesi’nin yamaçlarında, sayıları çok az olan gecekonduların tahta kapılarının önünde bir telaş vardı...
Kadınlar bekliyordu orada ve onların az sonra toplanacakları meydanda yüklerini taşıyacak merkepleri...
Bilmeyen de o kadınların ve yanlarındaki küçük çocukların bir karnavala gittiğini falan düşünebilirdi!..
Oysa kara kış her yıl kapıya dayanmadan önce, sonbaharın tam ortalarında Kötüler Mahallesi’ndeki telaşın tek gerekçesi vardı; tezek ateşi!..
Kötüler’den hareket eden tezek kervanı Süryani kralı Abgar’ın mezarının da olduğu “Ahper Dağı”na doğru yönelirken, eski zaman kayalıklarında ana kucağı gibi duran oyuklar çocuklar için oyun mekânlarına dönüşürdü!..
Tarihe-kültüre ilgisizliğin zirve yaptığı o yıllarda, Ahper (Abgar) Dağı’nın arkalarında artık ahır olarak kullanılan yüzlerce antik mağara vardı...
Yalnızca kaderlerine değil, tahribata da terk edilmişlerdi aslında...
İşte tezek kokusuna mahkûm o yoksulluk kervanı sonbaharın nerdeyse tüm günlerinde o mağaralara doğru akın ederdi her sabah...

ANTİK ZEMİNDE UMUT!..

Anneler, çocukları ve merkepleri, soğukların yavaş yavaş briket gecekondu duvarlarında hissedilmeye başladığı o mahalleden, Kötüler’in arkasında tarih kokan gizemli bir vadinin patikalarına doğru tırmanırlardı...
Yukarılara, yani mağaraların olduğu tepelere doğru çıkarlarken tek amaçları vardı kadınların; kış ayında teneke sobalar boş kalmasın diye, olabildiğince fazla tezek toplamak...
Kurban bayramlarının sonrasında iyice boşalan mağaralar tezek deposu gibiydi...
Çünkü kaçakçıların genellikle mayınlı arazilerden Suriye’ye kaçırmak için beslediği büyükbaş hayvanların aylar boyunca toprağa bıraktıkları dışkıları tarihi mağaraların zemininde adeta katmer katmer yakıt kütleleri oluştururdu...
Tezeğe bu yüzden “Kerme”derdi mahallenin insanları!..
Soğuklar kendini iyice hissettirmeye başladığında, önlerinde duvar ya da kapı olmayan, daracık girişleri ile o mağaraların zemininde bazen 1 metreye ulaşan kalınlıklarıyla tezek birikintileri olurdu...

GENİZDEKİ ESKİ KOKU!..

Kötüler Mahallesi’nin yoksul kadınlarının kışın ısınma umuduydu Urfa’nın arkalarında “Şark Çıbanı” ya da hançer yarası gibi duran o tarihi mağaralar...
Kadınlar ve çocukları 1970’lerin bir sonbahar gününde yine “Kerme” kervanına katılmış ve yine o mağaralara doğru yola çıkmışlardı...
Vadinin yükseklerinde, Bizans’tan kalma o şaşırtıcı harabelerin önlerine geldiklerinde, kendi aralarında pay ettikleri mağaralara bir kez daha kış uğruna girmişlerdi...
Ellerinde kazmalar ve kürekler vardı kadınların... Kimileri katmerleşmiş o tezekleri kazarken, kimi kadınlar da küreklerle bir tarafa topladıkları tezekleri
hayvanların sırtındaki heybelere yüklediler...
Zeminleri tezekti ama belki yüksek tavanlarında ve kömürden is tutmuş duvarlarında eski zaman insanlarının nidaları da vardı o mağaraların...
Tezek kokusunun küflü havaya karıştığı mağarada saatlerce katmerleşmiş umudu kazıp durdu kadınlar...
Tezek kazarken yükselen toz toprak, o eski mağaraları bir anda kömür madenine çevirirken, merkepler yavaş yavaş vadiden aşağıya doğru yönelmeye başladılar...
Ve arkalarında kadınlarla o hüzünlü vadiyi saklambaç oynamak için de kullanan çocuklar vardı...
Güneş akşam kızılına bulanırken, Kötüler’in “kerme” kervanı o kaçakçı mahallesinin derme çatma sokaklarına ulaşmıştı...
Tahta kapılardan içerilere bu kez kaçakçı atları değil, adeta taşlaşmış tezekler taşıyan merkepler girmişti...
Ateşin katmer tutan zamanlarıydı o yıllar... Genelde ısınmak, bazen de bakır kazanda yemek pişirmek için tezek kullanılan garip dönemlerdi o sıralar...
Tezek önce gazyağına, sonra mangal kömürüne ve en sonunda da taş kömürüne yenilmeye başlasa da o günlerden bu yıllara Abgar Dağı’na tırmananlar, çoğu artık gecekonduların avlularında kalmış o antik mağaralardan genizlere nakşolan kokuyu almaya devam ediyorlar...
Hele de soğukların antik kayalıkları yalayarak, tarihi arayan yüzlere ve eskiyi özlemiş buğulu gözlere çarptığı anlarda...