Kayyum olayında dört safsata

İçişleri Bakanlığı’nın HDP’li üç belediyeye kayyum atanması, basit bir idari tasarruf olmasının ötesinde, Türkiye’deki temel siyasal saflaşmaya müdahale eden bir eylem oldu.

Bilindiği üzere HDP, Millet ittifakının “dışarıdan” müttefiki. Bu ittifak, AK Parti’ye karşı iktidar seçeneği olma iddiası taşıyor. HDP-PKK ilişkisini deşifre eden ve bu partinin oylarının düşmesine hizmet edecek her türlü gelişme, Millet ittifakını kırılganlaştırıyor ve iktidar iddiasını zayıflatıyor. Bu nedenle sözkonusu ittifakın bileşenleri, şu aralar HDP’ye zarar verecek hiçbir şeyi duymaya tahammül edemiyorlar. Öyle ki orman yangınlarını PKK’nın üstlenmesi bile görmezden geliniyor.

CHP, İYİ Parti ve SP açısından, kayyum meselesi, HDP’nin terörle ilişkisi meselesi olmanın ötesinde bir bağlama oturuyor. Bu partiler açısından, HDP yoksa AK Parti karşısında iktidar olma umudu yok. ABD ve AB açısından, HDP yoksa günün birinde PKK ile yeniden masaya oturma ve Kürt devleti çalışmalarına Türkiye’yi ortak etme umudu yok. Bu nedenle kayyum meselesi, HDP’yi içine almakla birlikte, onun boyunu aşan bir mesele. Şöyle de denilebilir: bugün HDP, “HDP’lilere bırakılamayacak kadar önemli” bir partidir. Bu nedenle batıcı muhalefet cephesinde, kayyum atamalarına karşı dört safsata üzerinden can havliyle bir savunma hattı kurulmuş durumda.

Karara muhalefet edenler, İçişleri Bakanlığı’nın kararının hukuki değil, siyasi olduğu ileri sürüyorlar. Oysa bu iddianın sahipleri de karşı görüşlerinde hukuk değil siyaset zemininde duruyorlar. Bu nedenle hukuk adına geliştirdikleri karşı görüşler kendisiyle çelişiyor ve safsata oluşturuyor. Mesela, “madem bu insanlar suçluydu, o halde Bakanlık neden aday olmalarına izin verdi” deniliyor. Bu sorunun kendisi hukuk dışı bir uygulamaya çağrı niteliğinde. İçişleri Bakanlığı, haklarında kesinleşmiş yargı kararı olmayan kimselerin adaylıklarını neye bakarak engelleyebilir, tiplerine mi? Bakanlık, parti genel merkezlerine haber gönderip, “bu kişiyi aday yapmayın, suç işleyecekmiş gibi duruyor” diyebilir mi? HDP’li başkanların “hukukunu” savunayım derken, tam hukuksuzluk savunulmuş oluyor. Görüşlerine siyasal kanıt getiremeyenler, hukuku maske olarak kullanmaya kalkınca ortaya hukuk adına bir garabet önerisi çıkıyor.

Bu konu bağlamında ileri sürülen bir başka karşı görüş, HDP’nin demokratik varolma hakkı. Millet ittifakı, bu düzlemde daha da zor durumda. Çünkü siz HDP’nin yasal varlığını ne kadar savunursanız savunun, HDP kendi yasallığının altını boşaltmak için elinden geleni yapıyor. PKK ile ilişkisini saklamak şöyle dursun, PKK’nın Türk siyasetinin meşru aktörlerinden biri olduğu fikrinin taşıyıcısı işlevini görüyor. Terör eylemlerini ve teröristleri savunan, haklılaştıran, teröristlerle empati kurma çağrısı yapan bir partinin yasallığı, ancak yasal alanın suistimali olarak görülebilir. Oysa düşünce özgürlüğü sınırsız bir özgürlük değildir. Anayasa hukuku çerçevesinde, dünyadaki hiçbir demokratik ülkede, hiçbir partinin, insanları şiddet eylemlerine çağırmasına, bu tür eylemleri teşvik etmesine ya da şiddet kullananları normalleştirmesine, övmesine, onların heykellerini dikeceğini ilan etmesine, teröristleri yurttaşlara rol modeli olarak göstermesine izin verilmez.

HDP’nin PKK ile ilişkilerinin hatırlatılması, HDP seçmenlerinin de “terörist” ilan edilmesi anlamına gelmez. Bu safsata da, siyasi tartışmayı hukuk maskesi altında yapmaya çalışmaktan doğan bir başka garabettir. Dünyada da ülkemizde de seçmen davranışları üzerine geniş bir siyaset bilimi literatürü bulunuyor. Seçmenlerin oy verdikleri partinin programını okumadıkları, parti iç çekirdeğinin uzun vadeli stratejileri hakkında açık seçik bir bilgiye sahip olmadan oy verdikleri iyi bilinen bir olgudur. Oy vermeyi etkileyen ve partilerin stratejik hedefleriyle ilişkisi olmayan onlarca farklı değişken var. HDP seçmeni bu açıdan AK Parti, CHP ya da bir başka partinin seçmeninden farklı değil.

Dördüncü safsata, bazılarının, kayyumların lüks harcamalarını göstererek, HDP’li belediye başkanlarını savunma cephesini haklılaştırabileceklerini düşünmelerinden doğuyor. Oysa mesele, kayyumların daha iyi yerel yönetim pratikleri sergileyeceği iddiası ya da kimin daha halkçı olduğu meselesi değil. Evet, lüks harcamalar yanlıştır. Ancak Türkiye’de aklı başında hiçbir yurttaş, belediye lüks harcama yapmasın diye belediye imkânlarının terör örgütü yararına kullandırılmasına razı olmaz. Çünkü bunlardan biri hesabı sorulması gereken bir yanlıştır, diğeri ise ihanet!