Kazanan konuşur...

Bağımlı insan ilişkilerinin egemen olduğu coğrafyalarda kaçınılmaz olarak, yeteneğin engellenmesi yanında, kişi egemenliği nedeniyle insanı ve yetenekleri harcayan bir mekanizma da etkin bir konumda olur. Bu etkin konum; çoğu kez, herkesin ortak bir paydada buluşabileceği başarı ya da kazanımlarda bile devreye girerek, küçümsemeden hakarete, nedensiz bir eleştiriden, vatan sevgisinin sorgulanmasına dek bir dizi olumsuzlular içeren bir durum ortaya koyar.

Kısacası kazanılmış her bir başarının cezasız bırakılmadığı bir coğrafyada yaşıyoruz. Cezanın bedeli de; belirli bir kesim tarafından linç edilmekle, hiç olmamış gibi, görmemezlikten gelinme gibi bir çeşitlilik içinde kendini belli eder.

Geçtiğimiz haftalarda sinema dünyasının en prestijli festivallerinden biri olan Cannes Film festivalinde Nuri Bilge Ceylan’ın yönettiği “Kuru Otlar Üstüne” filmindeki yorumuyla en iyi kadın oyuncu ödülünü alan Merve Dizdar da, neredeyse “yerli ve milli geleneklerimizden” biri haline getirilen “harcama” kampanyasının hedefi olmaktan kurtulamadı. Bu ve buna benzer durumlarda ortaya çıkmayı kendilerine misyon edinen belirli çevreler, Türk sinema tarihinde ilk kez “A tipi”  uluslararası bir film festivalinde “en iyi kadın oyuncu” ödülü almasını adeta ıskalayıp görmemezlikten gelerek, yalnızca ödül konuşmasına takılıp onu rencide etmekte adeta birbirleriyle garip bir yarışa girdiler. Dahası; bu kısa ama farklı okumalara yönelik anlamlı konuşmayı, vatan sevgisinin sorgulanmasına dek götürmekten kaçınmadılar.

Oysaki kültür-sanat dünyasında geçerli bir kural, süregelen bir gelenek vardır: Kazanan Konuşur...

***

Ya konuşmayanlar, konuşamayanlar ya da konuşma olanağını bulamayanlar... Sanırım belirli bir kesimin bu tür başarılara karşı hoşgörüsüzlükten kaynaklanan hırçınlığı da bu yüzden... Oysaki Merve’nin başarısını görmemezlikten gelerek yalnızca sahnedeki konuşmasına takılı kalanlar, neden kendileri gibi düşünen onca sinema sanatçısının böylesine bir ödüle şimdiye dek ulaşamadıklarına kafayı takıp sorgulama gereğini duymazlar. Sanırım esas sorun da burada.

Oysaki; Türk sinema tarihinde devlet desteğinden en çok yararlanıp en yüksek yardımı alanlar da ne gariptir ki (!)  bu kesimin sanatçıları... Defalarca yazdım... Defalarca da yazmaya devam edeceğim... Bugüne dek devlet desteğinden en büyük yardımı alan iki yönetmenin filminden söz edeceğim. Rekor düzeyde destek alan bu yönetmenlerden birinin filmini, filmde oynayan oyuncu sayısı kadar izleyen izlemedi. Film iki gün sonra vizyondan kaldırıldı. Bir diğeri ise birincisi denli değilse bile, aynı ticari ve sanatsal başarısızlığa imza atarak düş kırıklığı yarattı. Peki sonra ne oldu? Çıt yok...

Bu yönetmenler buna rağmen yine yardım almaya devam ettiler... Ve ediyorlar da? Kim olduklarını sinema dünyasından kime sorsanız bilirler... Ancak bunu yazamazlar, dile getiremezler... Çünkü aynı kaynaktan destek alıp başarıya ulaşamadıkları için hep sessiz kalmayı tercih ederler. Onların tek başarıları devlet kurumlarından destek alma becerilerinden kaynaklanır. 

Her bir sanatsal başarıya karşı tavır alan bu malum çevreler, uluslararası saygınlığı olan festivallerde başarı kazanan sanatçıları değil de, kendi ideolojilerindeki sanatçıları izleyip, bugüne dek, onca desteğe karşın niye saygın/prestijli festivallerde  –bırakın ödül almayı bir yana- gösterim olanaklarına bile ulaşamadıklarını sorgulasalar, sanırım bu tür konuşmaların bizlere ulaştırdıkları mesajları da daha iyi yorumlama olgunluğunu gösterebilirler.

Kazanılan bir ödülün tadını ülkece doyasıya çıkarmayı bile bir türlü beceremiyoruz. Ödülün anlamından ve de sinemamıza kazanımlarından daha çok konuşmalara takılıverip, her bir şeyi paramparça etmenin peşine takılıveriyoruz. 

Oysaki; sanat dünyasında bir gelenektir: KAZANAN KONUŞUR...