KELİMELERİN DE ÇÜRÜDÜĞÜ ZAMANLARA DAİR - 2: Plastik aşklar, naylon demokrasiler, silikon güzeller

Dünya halklarının tepesinde Demoklesin Kılıcı gibi sallandırılan bir başka sahte sözcük de “İnsan Hakları” elbette. Yine son beş yüz senedir Patagonya’dan Bombay’a aklınıza gelebilecek her türlü insan hakları ihlallerini icat eden, acımasızca uygulayan Batı ülkeleri, hala utanmadan “insan hakları” üzerinden işine gelmeyen her toplumu baskı altına almasını insanlığa satabiliyorlar. Atalarımızın dediği gibi “dinime küfredenin imanı olsa bari” sözünü haklı çıkarır gibi, bu konuda beğenmediği koca ülkelere ve milyarlarca insana ambargolardan ambargo beğen diyebiliyorlar.

Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, elbette bizde de olan “sol-sağ” kelimelerinin aslına astarına uymayan yanıltıcılığı bir başka konumuz. Tarihi olarak ilerlemeden ve haklıdan yana olan “sol” ile, tutuculuk ve anlamsız bir gelenekçiliği yansıtan “sağ” kelimeleri o denli kötü bir kullanıma sahip oldular ki, sonunda hepsi karmakarışık oldu. Hele bizim ülkemizde, şimdilerde sol demek, ülkedeki her şeye muhalif olmak, evrende herşeyin bir değişim içinde olduğunu ifade eden diyalektik materyalizmin tam tersi bir felsefesizlikle, insanlardaki ve ülkedeki değişime itiraz etmek anlamına gelmedi mi? Bu kafa karışıklığından dolayı, binlerce düzgün insan bile dünyaya doğru bakamaz hale geldi. En büyük örneği ise ABD’nin “benim kara gücüm” dediği PKK hakkında hala solcu, devrimci, hatta komünist diyen oldukça kabarık sayıdaki sözde Türk solcusu.

BU GÜZELLİK ON PARA EDER Mİ, VEYSEL’E GÖRE?

“Güzellik”, bir başka kazaya uğrayan kavramımız. Karacaoğlan’ın zamanındaki güzellikten bile bahsetmiyoruz burada. Daha son yirmi-otuz senede oluşan kavram çürümesinden söz ediyoruz. Küreselleşmenin her alandaki ideolojisini sorgulamadan kabul eden her kültürde olduğu gibi, Türkiye’de de bu kavramı tersyüz ettiler. Sosyal medyanın sahiplerinin karar verdiği bir “güzellik” kavramı altında, özellikle de kadınlarımız esir alındı. Bu Bolivya’dan Makedonya’ya, Filipinler’den Türkiye’ye böyle sonuç verdi. Şimdilerde, hemen tüm kadınlar fotokopi makinasından çıkmiş gibi, aynı güzellik anlayışı ile, fabrikasyon kuaförlerde dekore edilip yeniden yaratılıyorlar. Örneğin, televizyon dizilerindeki genç kızlarımız o denli birbirlerine benzemekteler ki, kimin hangi dizide ne rolde olduğunu takip edemez olduk. Eskiden Türkan Şoray bir başka güzeldi, Hülya Koçyiğit daha bir başka. Çünkü hepsinin de kendilerine özgü fizikleri vardı, şimdiki “güzellik mühendisliğinin” elinde üniformalaştırılmış kadınlarımızın tersine.

Türk kültüründe, kelimenin kendisinin bile muazzam bir anlam ifade ettiği “arkadaş” kelimesi bir başka kurban bu konuda. Zor zamanlarda sırtını dayayabileceğin güvenilir bir yoldaş anlamına gelen bu sözcük, bugün sosyal medya marifeti ile içi boşaltılıp, hiçbir anlam taşımayan bir hale geldi. Bizim Facebook’taki 2800 sözde “arkadaşımız”dan bir tanesi bile “ne oldu, iki aydır hiç bir mesaj yazmadın” diye arayıp sormadılar bile, bu tür arkadaşlığı test ettiğimiz o iki ayda! Arkadaşlığın anlamı bu derecede değersizleştirilince, tüm dünya bir “yalnızlık cehennemi” haline gelmiyor mu bu zamanlarda? Evet, yüzlerce “Facebook arkadaşınız” olabilir ama, aslında hiç de yokturlar. Facebook, Instagram ve benzeri sosyal medya araçlarının her ülkenin sosyal yapısına ne denli köklü zararlar verdiğini herkes itiraf etmekte. Ama bunun karşısında ne yapmak gerektiğini bile fazlaca düşünmeden, “bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” gibi, zaman doldurmaktayız.

YENİ BİR SÖZLÜK MÜ YARATMALI?

Yukardaki “zehirlenmiş ve iğdiş edilmiş” kelimeler listesi çok daha uzun olabilir. Burada sadece bir sosyal yaranın üzerine parmak basmak istedik. Bunlara benzeyen yüzlerce sözcük içinden, şu anda fazla düşünmeden bile ekleyebileceklerimiz ise, “barış”, “devrim”, “vatan”, “dost”, “cinsellik”, “delilik-akıllılık” olabilir.

Ne yapmak gerek? Elbette, tarihin elinde oyuncak olmayacak kadar kuvvetli bir kültür ve tarihimiz var. Bizler bu kültürün insanları olarak, fazla birşey yapmaya gönüllü olmasak bile kültürün kendisi; bekâsı için kahramanca savaşıp, yukarıda bahsettiğimiz türden yozlaşmalara her dönemde karşı koyabilmiştir. O nedenle de, Türk kültürü hala Türktür, geçen yüzlerce yıla ve yayıldığımız sonsuz topraklara karşın. Ama, Türk aydınının görevlerinden biri de, kültürümüze bu mücadelesinde yardım etmektir. Bahsettiğimiz çürüme konusunda kafa yorup, çözümler üretmek de boynumuzun borcudur. Bu tür çürüme kader değildir. Ve bu topraklardan köklenen bir ruh ile, oldukça geçerli çözümler üretilebileceğinden de eminiz. Bu çözümlerin içinde, bu çürütülen kelimelerin yerine, yeni anlamlar yüklenen, yeni bir “sözlük” yaratmak da olabilir mi sizce?