Kendini sevmemenin fiyatı: 182 milyar dolar mı?

Derler ki, Yunanistan’daki Delphi tapınağının girişinde “Kendini Tanı” yazarmış. Yine tarih belirtir ki, Endonezya’nın Yogjakarta şehrindeki Borobudur Budhist tapınağının girişinde de “Kendini Sev” denirmiş. Bu iki tapınak, insanın “kendisi” hakkındaki  felsefi tutumu konusunda, aralarındaki 10.328 kilometreden bile daha uzaktır. İlk bakışta, sanki anlamlarında fazla bir fark yokmuş gibi görünse de, insanlık tarihinin yaklaşık son üç bin senelik bir bölümüne, sosyal, kültürel ve siyasal anlamda damgasını vuran iki yaklaşımın anahtar kelimeleri olmuşlardır bunlar. Aslında her gün gazetelerdeki haberleri, savaşları, sosyal çalkantıları hakkı ile anlayıp açıklayabilmek için, insanı anlamak bakımından, üzerinde çok düşünülmesi gereken bir ayrımdır burada bahsettiğimiz. Birincisi, doğal olarak Batı toplumunu açıklamaya çalışırken, ikincisi de Doğu toplumlarının insana ve hayata yaklaşımını ifade etmekte oldukça etkilidir bizce.

Pratik olarak, “kendini sevmeyen” birisinin, zahmet edip de “kendisini tanıması” fazla inanılır değildir. İnsanın bir şey konusunda derin analizler yapması ve tanımlamaya çalışması için, o nesneye ilgi duyması, daha doğrusu sevmesi gerekli bir bakıma. Eğer insan kendisi ile barışık değil ve kendisine olan sevgisi eksikse, o insan türlü zorluklara göğüs gerip de, “kendisini tanıma” konusunda fazlaca bir gayret göstermeyecektir. Bunu hem kendimizden, hem de çevremizdeki insanların günlük yaşamlarından kolaylıkla izleyebiliriz.

BERNARD ARNAULT, ELON MUSK’I TAHTINDAN NASIL İNDİRDİ?

Dolayısı ile, şimdilik konuyu “Kendini Sevmek” ile sınırlayıp, günümüzü kasıp kavuran bir eğilimden bahsedelim ve kadın-erkek hepimizi derinden etkileyen bir sosyal olguya dikkat çekelim.

Daha geçen hafta, dünyanın en zengin kişisi sıralamasında, Elon Musk büyük bir gürültü ile ikinciliğe, biraz sonra da üçüncülüğe düştü. Ama bu sıralamada asıl dikkat çekmesi gereken isim, kimseciklerin doğru dürüst sayamadığı ve bilemediği ama yaklaşık olarak 182 milyar dolar varlığı ile Fransız milyarder Bernard Jean Etienne Arnault idi. Elon Musk’ın gençliği ve yakışıklılığı Bernard’da olmayınca, onun adı üzerinde fazlaca durulmadı. Biz de bu yazıda Bernard Arnault’un kişiliği ve fiziki özellikleri üzerinde durmayacağız zaten. “Kendini Sevmeme”nin dünya çapında zirve yaptığı günümüzde, Bernard’ın milyarları tam da bu hastalığa çare olacak bir endüstriden gelmekte. Ve bizim dikkat çekeceğimiz konu da bu olacak yazımızda. Hangi endüstri mi? Elbette ki insanları ve özellikle de, bu fani dünyamızın kadınlarını “güzelleştirme” endüstrisi. Çünkü dünyanın şimdiki ve en yeni en zengininin zenginlik kaynağı, hemen hemen tamamı ile “güzelleştirme” ürünleri ile ilgili. Yeni en zenginimiz Bernard Arnault, Louis Vittion-Moes Hennessy (LVMH) adındaki lüks ürünler satan uluslararası şirketler toplamının başındaki kişi. İş dünyasındaki lakabı da “Kaşmere Bürünmüş Kurt” haklı olarak. Kontrolü altındaki markaların birçoğu, artık günlük hayatımıza sıkıca girmiş durumdadır ve hemen herkes mutlaka tanıyacaktır bu isimleri: Christian Dior, Gucci, Kenzo, Fenty, Tag Hauer, Emilio Pucci, Hermes, Givenchy, Tiffany and Co, Fendi, Donna Karan NY, Bulgari, ve toplam 70 lüks marka.

GÜNÜMÜZ NARSİZMİNİN DE KAYNAĞI KENDİNİ SEVMEME

Özellikle de, dünyanın tüm büyük şehirlerinin en gözde caddelerinde, en büyük havaalanlarının Duty Free bölümlerinde sürekli bu markaları görürsünüz. Ondan dolayıdır ki Bernard Arnault, insanlık COVİD pandemisinden çıkar çıkmaz, dünyanın en zengini olarak birincilik tahtında oturmakta şu günlerde.

Gelin yazımızın girişindeki Budizmin temel öğretisi olan “Kendini Sevmek” ile Bernard Arnault’un 182 milyar dolarının arasındaki bağı incelemeye çalışalım bu bölümde.

Dünya insanı, özellikle de küreselleşme rüzgarının ABD’den üflenmeye başlandığı 30 yıl öncesinden bu yana, hayatta hiçbir şeyden ve hiçbir yerden memnun ve mutlu olmayan birer yaratık haline dönüştürüldü. Elli kadar ülkede gözlemlediğimiz en ortak taraf, her ülkenin insanının ve özellikle de genç kuşaktakilerin, ne kendi ülkelerine ne de bizzat kendilerine karşı, fazla bir bağlılığı ve sevgisinin kalmadığı yönündeydi. Küreselleşme bir yeni alternatif olarak sunulduğundan beri, genç kuşakların hem gönülleri hem de ayakları Avrupa ve ABD’ye doğru kaydırılmış durumda. Ülkeden kaçış planları yapan milyonların yanısıra, halihazırda dağlardan denizlerden fiziken kaçma durumunda olanların sayısı da hayli kabarık.

MICHAEL JACKSON SİYAHİLİKTEN BEYAZLIĞA NASIL GEÇİŞ YAPTI?

Bu memleketini sevmemenin kaynağı, “halinden memnun olmama ve kendini sevmemeye” bağlanabilir kolaylıkla. Artık insanlığın büyük çoğunluğu kendi ülkesinden, kendi deri renginden, kendi kültüründen, kendi bedeninden, kendi yüz görünümünden memnun olmayan hale getirilmiş durumda. Manila havaalanından şehre giderken gördüğümüz ilk dev panoda “deri beyazlatma kremi” reklamı vardı.  Bunun aynısını Hindistan, Endonezya ve birçok Afrika ülkesinde de görebilirsiniz. Hatta Michael Jackson bile çocukluğunun “Jackson-5” orkestrası döneminde oldukça kara iken, sonraki yıllarda “deri beyazlatan kremler” sayesinde oldukça beyaz bir kişiye dönmemiş miydi?

Buna karşılık, her yaz mevsiminde Antalya ve Bodrum plajlarını dolduran Rus, Ukraynalı, İngiliz, Alman kadın turistleri düşünün. Kızgın Akdeniz güneşi altında, esmerleşebilmek uğruna günde on saat yatmak ve binlerce dolar harcamanın ne mantığı olabilir? Bunu bir Filipinli kadına yaptırabilir misiniz? Elbette yaptıramazsınız. Ama herkes o kadar kendinden şüphe eder hale getirildi ki, her yıl milyarlarca dolar harcayıp, beğenmedikleri fiziki hallerine çare aramakta insanlar.

EVRENSEL GÜZELLİK KAVRAMININ PARASAL KARŞILIĞINI ÖDEMEKTEYİZ

Dünyanın her köşesinde geçerli olacak bir “güzellik” tanımını, insanların kafalarına vura vura kabul ettiren Batı emperyalistleri, yarattıkları bu “tatminsizlikten” milyarlar kazanabilmenin sırrını da icat etmişlerdi elbette.

“Kendine sevgisini” bilemeyen, bulamayan veya kaybeden kalabalıkları, hangi kültürden olursa olsun bir tatminsizlik cenderesi içine sıkıştırıp, tepe tepe kullanmanın teorilerini yaptırdılar think-tank’larına ne de olsa. Teni beyaz olan beyazlığını, teni esmer olan esmerliğini, boyu kısa olan kısalığını, şişman olan şişmanlığını, saçı siyah olan saçının siyahlığını bir aşağılık kompleksi haline getirince, bu insan kalabalığını “kozmetik ürünlerle tüm bu dertlerine şifa bulmaya davet etmek ve inandırmak”, bir çocuk oyuncağı olacaktı elbette. Günboyu maruz bırakıldığımız reklamlar, Tiktoklar, Facebooklar, İnstagramlar, Hollywoodlar, Bollywoodlar, Yeşilçamlar boşuna mı vardı? Boşuna mı desteklendi bu araçlar kurulu düzen tarafından?

Ve tam bu noktada, dünyanın şimdiki en zengin adamının bir lüks kozmetik markalar koleksiyoncusu olarak ekonominin en tepesine yerleşmiş olmasını anlamamak mümkün mü? Eğer tüm insanlık, özellikle de kadınlarımız, kendilerine dayatılan “güzellik ve çekicilik” standartlarını aşıp da, Buddha’nın “Kendini Sev” tavsiyesine biraz da olsa uymazlarsa, Mr.Bernard Arnault elindeki lüks parfümlerle, dudak boyalarıyla, maskaralarla, fondötenlerle, deriden giysilerle, güzellik maskeleriyle, yüz serumlarıyla, deri beyazlatıcı kremleriyle, yaşlanmayı önleyen deri parlatıcılarıyla, Tanrıcılık oynamaya devam edecektir ve 8 milyarın en tepesinde daha uzun süre that kurmuş olarak kalacaktır.