Kent anayasası ve iki okuma tarzı
Ekrem İmamoğlu’nun “İstanbul Ankara’dan yönetilemez, İstanbul’a bir kent anayasası gerekir” gibi sözlerle aslında ne demek istediği iki farklı biçimde anlaşılıyor.
Birinci anlama biçimine bağlam dışı anlama diyebiliriz. Olan bitenleri teorik-analitik bağlamın dışından anlamlandırma işi, tümüyle kişisel algılarımız ve olumlu/olumsuz önyargılarımız üzerinden biçimlenir. Bağlam dışı anlamlandırma, siyasetçilere yönelik duygularımızın rehberliğinde yaptığımız bir okumadır. Örneğin İmamoğlu’na sempati duyan bir seçmen İstanbul’a ilişkin sözleri şöyle anlar: aday İstanbul’u o kadar sevmekte ve önemsemektedir ki, onu yönetmenin çok ama çok önemli bir iş olduğunu, kendine özgü yöntemler gerektirdiğini anlatmak istemektedir. “Ankara’dan yönetilemez” sözü bürokrasi ve kırtasiyeciliğe karşı söylenmiş bir sözdür vb.
Bu anlamlandırma tarzı zihinsel zahmet gerektirmeyen yüzeysel bir karakter sahip. Meselelere bu şekilde bakan kişi olguları açıklamak için ihtiyaç duyduğumuz değişkenlerin hepsini hesaba kat(a)maz. Bütünsel değil, parçalı ve yamalı bir bakışa sahiptir. Olan bitenleri adeta “anı yaşayan” bir zihin iklimi içinde tekil olaylar olarak anlamlandırır.
İkinci anlamlandırma tarzı bağlamın içinden okumadır. İmamoğlu’nun sözleri dünyanın ve Türkiye’nin nereden gelip nereye gittiğini açıklayan kuramsal bir analiz çerçevesi içine yerleştirilir. Coşku veya nefret, hayranlık, hayal kırıklıkları gibi duygular işin içine karıştırılmaz. “İstanbul Ankara’dan yönetilemez, bir kent anayasası gerekir” sözleri, bu tür yaklaşımların dünyada hangi siyasal güçler ve eğilimlerce ileri sürülmüş iddialar olduğu, ne tür bir programa tekabül ettiği ve neyi amaçladığı açısından anlamaya çalışılır.
Meseleye ikinci yaklaşımla baktığınızda, ilk olarak, etkilerini hissetmekte olduğumuz küreselleşme dalgasının, finans piyasalarının bütünleştirilmesi anlamına geldiğini tespit edersiniz. Ulus-devletlerin bağımsız ve egemen davranma eğilimleri, paranın özgürce dolaşmasının önünde engel oluşturduğu için, ulusal olan her şeyin itibarsızlaştırılmasına yönelik sistemli bir saldırı yapılmaktadır. Bu sürecin, kentlerin dönüşümü ile ilgili bir boyutunun olduğunu tahmin etmek güç değildir.
Küresel finansal bütünleşme sürecinde, dünyanın bazı kentleri sıcak para, yatırım akışının ve bilginin toplanma noktaları olarak sivrildiler. Bu kentlerin kendi aralarında, parçası oldukları ülkelerin diğer kentlerine oranla finans, bilgi ve kadro alışverişi düzeyinde daha fazla bütünleştikleri iddia ediliyor. Küreselleşme ideologlarından Manuel Castells’in ifadesiyle bir “akışlar uzamı” oluşturan yeni bir kent tipi ortaya çıktı. Küresel finans akışı ile bütünleşebildiği ölçüde artık İstanbul’un kaderi, Çorum veya Kayseri ile değil, Singapur, Londra ve Tokyo ile birleşmektedir. Elbette ulus devletin başkenti Ankara, Çorum’u yönetmeyi sürdürecektir. Ama trilyonlarca doların akışkan hareketinin dışında kalmış olan bu tür kentler ile yeni küresel kentlerin aynı hukuki çerçeveye sığmaları artık mümkün değildir. Bu nedenle İstanbul’a ulus devletin fazla “taşralı” kalmış yapısını düzenleyen hukuki çerçevelerin dışında yaklaşmak gerekiyor. Bağlamın içinden bakarsak “kent anayasası” küreselleşme gerçeğine uygun bir hukuki düzenleme çağrısı oluyor.
Castells’e göre, ulus devletler ortadan kalkmıyor ama uluslararası ilişkiler sisteminin ana aktörleri olma vasfını iki dinamiğin baskısı altında kaybediyorlar. Birinci baskıyı üstten gelen finansal küreselleşme yaratırken, ikinci baskıyı alttan yükselen kimlik siyasetleri yaratmaktadır. Ulus devletler artık kimliğin yükselen gücü karşısında direnemezler. Özerk bölgeler, federasyonlar çağına girilmiştir.
Bu durumda teorik yaklaşım bize, küreselleşme “gerçeğini” kabul ederek kent anayasası çağrısı yapan bir siyasetçinin, -şüphesiz ne söylediğinin ve ne yaptığının farkında ise- aynı zamanda etnik, mezhepsel kimliklerin gücünü de kabul edeceğini söylüyor. Nitekim İmamoğlu, ulusal kimliğe itiraz eden, özerklik talebinde bulunan kimlik siyasetlerine yeşil ışık yakar, Demirtaş güzellemeleri yaparken, seçim kazanmak için yapılan basit bir oy denklemi hesabının ötesinde, küreselleşme programının ulus devlet karşıtı konumlanmasının içinden konuşmuş oluyor.
“İmamoğlu kazansın da, sonrasına hep birlikte bakarız” diyenlerin, programını belirleyemedikleri, oy verip oyunun kurucusu olamadıkları bir denklemde, “hep birlikte”yi oluşturan çemberin dışında kaldıklarını anlamaları için ne yaşamaları gerekiyor acaba?