Kent Estetiği...

Kentler de tıpkı insanlara benzer… Ya ilk görüşte ısınır seversiniz, ya da tam tersi; bir türlü onu kabullenemezsiniz… Bilinmeyen bir kente yapılan ilk yolculukta karşınıza çıkan ilk görüntüler, o kentin tüm özelliklerini değilse bile, kimi ipuçlarını verir size… Ya içine dalıp kaybolup gidersiniz, ya da bir türlü sevip, benimseyemezsiniz… Kentler, geniş yapraklı ekvator bitkilerine de fena halde benzerler. Kimileri sizi hemencecik devasa yapraklarıyla sarmalayıp özümserler, ya da tümüyle kapanıp sizi dışarda bırakırlar. Sonrasında ne yapsanız nafile…

Çoğunlukla kuş bakışı değil de, kara yolculuğunla ilk kez ya da yıllar sonra ikinci kez gidilen Anadolu’nun kentlerine girişte, ne yaparsanız yapın bu duyguya kapılırsınız… Kimisinde “iyi ki gelmişim” derken, bir diğerinde ise “nereden düştüm buraya” diye yakınırsınız… Bu durum tümüyle; bir kentten sizin beklentilerinizle, o kentin size verebildiklerinin bir özetidir….

Örneğin yolculuğunuzun uzun yıllar sonra Ankara düştüğünü farz edin… Hangi yönden gelirseniz gelin, irişte sizi mutlaka, hiçbir, hiçbir ülkenin sanat tarihi kitaplarında mevcut olmayan garip mimari tarzda, yine hiçbir akım, eğilim ve de ekolle bağlantısı olmayan “kapı” adı verilen, ama sizin hiçbir anlam vermediğiniz bir şeyler karşılayacaktır… Geçmişteki her bir kadim uygarlığının bir unsurunun üst üste (belki de yan yana) konmasından oluşturulmuş eklektik sanatla kitch sanatın bu zoraki evliliğinden bir hilkat garibesi olarak peyda olmuş ismi konulmamış, bundan sonra da konulması pek mümkün olmayan bu tarihi (!) yapıdan sonra yapıdan sonra kentin biraz içlerine girince, şaşkınlığınız bir kat daha artacak, meydanları süsleyen plastik “dinozor” ya da bir “kol saati” heykelleriyle “milli” ve de “yerli” sanat akımının henüz hiçbir sanat tarihi kitaplarına girmemiş, en özgün örnekleriyle karşı karşı kalacaksınız…

Ama onca medeniyetlerin beşiği Anadolu’muzun eşine benzerine rastlanmayacak sanat eserleri bu kadar değil. Yolunuz bir gün Mardin’in Midyat ilçesine düşerse, mutlaka ama mutlaka Cumhuriyet Meydanı’ndaki aslan heykelini de görünüz. İnanın, Hititlerin başkenti Boğazköyün, Knidos’un mahcup bakışlı ve de Assos’un 2 bin küsurluk Hellenistik dönem heykelleri bunun yanında kedicik kalır.

Keşki bu kadar olsa… Bir de her kentin simgeleyen heykeller var… Bunlar da bir başka güzel (!), bir aşka sanat yapıtı (!)… Günümüz rönesansının birer sanat harikası olan bu heykeller arasında neler yok ki? İnegöl’ün çatal saplanmış köftesi ile Adana’nın karpuz dilimi, Ankara’nın bazlaması, Rize’nin çay bardağı, Kumluca’nın domatesi...

Popüler imgelemde Türkiye’nin görünümü bir cami silüeti ile hilalin arasında sıkışıp kalmıştır. 20. yüzyılın başlarındaki Türkiye’yi konu alan yabancı kaynaklı kitap kapaklarına baktığımızda bu ikonlaşmış görüntünün çeşitli versiyonlarına rastlayabilirsiniz.