Kent kimliğinin yeni kodları

Kimi kentlerin fiziksel yapısındaki radikal değişim-dönüşümler, kent kimliğinin yanı sıra kent kültürünün bilinen kodlarını da önemli ölçüde etkilemeye başladı. Dünün değerleri önemlerini yitirirken, onların yerini alan bir başkaları yeni değerler oldu. Kentsel yaşam zamanı içinde çok uzun yılları alacak her bir değişim, o kadar hızlı ve o kadar yoğun bir biçimde gerçekleşiyor ki, yer değişimleri izlemek, dün ile bugünü ayrıştırıp yarınlara bakmak neredeyse takibi zor bir uğraş oluyor.

Günümüzdeki kentsel değişiminde nostaljiye, ya da geçmişe duyulan özleme yer yok artık. Ya da eskiye ilişkin her ne varsa hem değişimleri körükleyen zihniyet, hem de, o kentte yaşayanlar için de artık eskisi gibi bir anlam ifade etmiyor. Kent mi bizi bırakıyor, yoksa biz mi kenti, orası da hiç anlaşılmıyor.

Bu değişim-dönüşümlerin en hızlı yaşandığı yerlerden biri olan Beyoğlu ele alınıp incelendiğinde, dünün değerlerini nasıl el değiştirilip unutulduğunun da resmini daha net görmüş oluruz.

Bir zamanlar- çok değil, bir on yıl öncesine dek- Beyoğlu ya da eski adıyla Pera’nın Grand Rue de Pera’sıyla özdeşleştirilen en önemli mekanlarından biri de sıradan bir pastanenin de ötesinde değer olan bir Markiz vardı. Markiz, sanki bu yörenin parametrik değerlerinin tam bir skalası konumundaydı. Yani, bu yöredeki her şey Markiz’in o günkü fiziksel konumuyla ölçülür, ona göre değerlendirilirdi. Hata çok bilinen "Ah Beyoğlu...Vah Beyoğlu.." lar da yine bu mekan üzerinde okunur, eskiyle yeni arasındaki değersizlik ölçütleri bu okunmanın her sayfasında yer alan edebiyatçıların o bilenen ve de ezberlenen listeleriyle somut bir hale sokulurdu. Çoğu kimse Markiz’in yerini bilmese de, gitmese de, hatta ne olduğunu bile bilmese de, tüm Beyoğlu’nun günümüzdeki karnesine ona göre bir not verirdi.

Markiz’in; Grand Rue de Pera ya da Cadde-i Kebir’deki (anlayacağınız bugünkü İstiklal Caddesi) yaşam serüvenindeki kimi duruklar, aynı zamanda Pera’nın da gayr-ı resmi de olsa tarihinin ta kendisidir. Gitsek de gitmesek de, bilsek de bilmesek de Markiz, her dönemde, her zaman da, Pera’nın başladığı ya da bittiği yerin tam ortası olmuştur.

Elbette ki Markiz, Pera, ya da Pera’yı Markiz yapar onun bir zamanlar Fransa’dan getirtilen dört mevzim- yoksa üç mevsim mi?" o anlatılmaz güzellikteki panoları, ya da Bomonti’de, Avadis Çakır’ın bahçesinde yetiştirilen narenciye ağacının meyvelerinden yapılan turunç reçeli değildir. Hatta inanın, edebiyat dünyasında neredeyse kült toplantılar haline sokulup değer gören o malum tuzu kuru edebiyatçılar ya da ekalliyetten her rengini beş çayı buluşmaları da değildir. İnanın Markiz’i Markiz yapan, yalnızca onun bilinmezliğinin örtüsü haline gelen yaygın söylenişi, yani yalnızca adıdır. Markiz ne çektiyse hep bu adının yaygınlığından, içerdiği büyüden, sihirden, albenisinden çekmiştir. O kapandığında Beyoğlu bitmiş, tükenmiş, yok olmuş, yeniden yenilerek açıldığında ise sanki Beyoğlu eski günlerine dönmüş gibi sayılmış, öyle değerlendirilmiştir.

Bugün Markiz’in durumu herkesçe malum. Yalnızca terkedilmiş değil, dehası unutulmuş. Önünden geçenlere bile sorsanız, Markiz neresi diye, inanın kimse bilmez. Ya da çok az kişi bilir. İşin acı tarafı da bu... Eskiden hiç olmazsa bilinmese de, gidilmese de kapandığında bir yığın yazı yazılır, herkes adetten de olsa "Ah Beyoğlu... Vah Beyoğlu..." tarzında ağıtlar dizerdi.

Ya şimdi... Ne bilen, ne soran ne de anımsayan, tek bir kişi bile yok...

Sanırım kentlerin, belleğini yitirmesi de böyle oluyor...