Kes kısa kısa -(TAMAMI)

Orta birinci sınıfta Ördek Kemal lakaplı bir Fransızca öğretmenimiz vardı. Arada bir latife falan da yapardı. En sevdiği ise “Kes kısa kısa” idi.

Fransızın biri Türkiye’de helva görmüş bir yerde, helvacıya fransızca “Qu’est-ce que c’est que ça?” diye sormuş. Yani “Bu nedir?” diye. Helvacı “Kes kısa kısa” diye anlamış ve başlamış helvayı doğramaya.

Paranoya’nın paranoyası

Baskın Oran familyasından olanlar, kof demokratikleşme yaklaşımlarının Türkiye’ye bölünme ve irtica getireceğinden kuşkulananları “Şeriat ve Bölünme Paranoyası”na müptela olmakla suçlayarak küçümserlerdi ve AKP’nin siyasetini türlü şekilde desteklerlerdi. Bundan herhangi bir çıkarları var mıydı? Bu beni pek ilgilendirmez. Sadece bu konuda ileri sürdükleri bilgisel yanlış ve yalanlarla ilgilenirim. Bozmak için! Bu konuda yazdıklarımı internette bazı kitaplarımda bulabilirsiniz.

Bu zevata göre, laikliğe, cumhuriyet devrimlerine sahip çıkmak paranoya idi. AKP ve öteki Milli görüş partilerini cumhuriyet için tehlike olarak görmek koyu bir paranoya idi. Ama AKP, Anayasa Mahkemesi marifetiyle Cumhuriyet’in temel niteliği olan laikliği fiilen ortadan kaldırdı. Din “sayesinde” çocukları ve gençliği afyonlayarak genç kuşakları şartlandırmak yolunda hızla ilerlemekte. Laik okulun temel yasası Tevhid-i Tedrisat’ı fiilen ortadan kaldırdı. Demek ki Cumhuriyet’in bu konuda bir paranoyası yokmuş, tam aksine fantirifitton müflis solcuların paranoya paranoyası varmış.

Gene bu müflis fantirifittonlara göre PKK ve Kürtçülerin Türkiye’yi bölmeyi amaçladıklarından kuşku duymak paranoya idi.Türkiye demokratikleşirse, tam tersine, ülkenin bölünmez bütünlüğü pekişecek idi. Henüz tam anlamıyla gündeme gelmedi ama ben 2000’lerin başından bu yana yazıyorum: Resmi dil dışında bir başka dille de öğretim yapmak ülkeyi önünde sonunda “bölmek” anlamına gelir. PKK, BDP ve Öcalan’ın en önemli talebi Kürtçenin öğretim dili olarak kullanılması. Bu, son koşul olarak masaya gelecek ve yerine getirilmez ise, PKK kesinlikle silah bırakmayacak. Kürtçü üçlü (Öcalan, PKK, BDP) bu koşuldan vazgeçerse 30 yıllık silahlı mücadelesi fiyasko ile sonuçlanır, sonuçlanacak.

Cumhuriyet’in bölünme kaygısının bir paranoya olmadığı yüzde 99 kanıtlandı. Demek ki, gerçekte, sözde demokrat fantirifitton müflis solcular paranoyanın paranoyasına müptela imişler.

Ülkeyi helva gibi parçalamak

Tarih ve insanlar önünde küçük düşen ama küçük düşmeyi sineye çeken onursuz ve zavallı insanlar! Rainer Maria Rilke’nin “Malte Laurids Brige’nin Notları”da iğrenerek sözünü ettiği şu son yüzlerini de eskitmiş yüzsüz ve şirret insanlar!

***

Mütekait Prof. Dr ve akil adam Baskın Oran 12 Nisan 2013 günü İzmir’de yaptığı konuşmada; Türkiye’de yükselen barış umudunun sekteye uğraması halinde bir felaketin yaşanacağını ileri sürmüş.

Gelinen aşamada, ‘barışa dair umutların’ canlandığına dikkat çeken Oran, “Benim de sürece ilişkin kaygılarım olmasına rağmen silahların susacak olmasının kaygılarımdan daha önemli olduğuna karar vererek bu sürece dahil oldum. Yiğidi öldür hakkını yeme diye bir söz var. Türkiye’de ilk kez Başbakan Erdoğan bir şekilde elini taşın altına koydu. Diğer taraftan Abdullah Öcalan da Newroz’da yaptığı açıklamayla çok ciddi riskler alarak süreci başlattı” demiş.

Konuşmaların ardından soruları yanıtlayan Oran, “Bu süreç tıkanırsa Türkiye’yi nasıl bir süreç bekliyor?’ şeklindeki soruya, “Eğer bu süreç biterse bu ülkeyi tarihinde hiç olmadığı kadar büyük bir felaket bekliyor. Kürtler bu süreci en çok destekleyen kesim. Yapılan araştırmalara göre, yüzde 82 oranında bir destekten söz ediliyor. Son olarak orada görev yapan Akil İnsanlar heyetindeki arkadaşlarımızın bildirimlerine göre bu oran yüzde 90’lara çıkmış durumda. Eğer bir kez daha bu süreçte Kürtler umutlarını, güvenlerini kaybederlerse Türkiye bir felakete sürüklenir. Her gün AVM’lerden, alışveriş merkezlerinden ceset parçaları üzerimize gelir, kana bulanırız” şeklinde yanıtlamış.

Yani PKK’nin silahlarını hatırlatarak ülkeye gözdağı vermiş.

Özerklik üzerine

Özerklikle ilgili bir soruya ise, “Özerklik sadece Kürtlerin yaşadığı bir yerde olmasın. Tüm Türkiye özerk yapılara ayrılmalı. Yani İzmir’deki sorunu İzmirliler çözebilmeli. Meclisleri olmalı. Bu diğer bölgeler içinde geçerli. Zaten sadece Kürtlere özerklik verilmesi yeni bir sorun da yaratabilir. Kürtlere verilen haklardan yararlanamayan başka kesimler bu kez sorun çıkartabilir. Bu nedenle Türkiye’nin topyekun demokratikleşmesi gerekmektedir. Bu süreç başarıyla yürürse bundan tüm Türkiye kazançlı çıkar, aksi durumda tüm Türkiye zarar görür” diye cevap vermiş.

Bununla yetinmemiş ve “İkiye bölmek yetmez, Türkiye’yi tümden bölelim! Özerklik sadece Kürtlerin yaşadığı bir yerde olmasın. Tüm Türkiye özerk yapılara ayrılmalı” diye eklemiş.

Kaynağın adını vermeden, 20 Ocak 1921 tarihli 23 maddelik, Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önceki dönemin “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu”nunun “Vilayet şuralarının yetkileri”ni tanımlayan 11. Maddesi’ne gönderme yapmış. Ancak, dönemin Sovyet sisteminden etkilenen vilayet şuralarının bugünkü anlamda “özerklik”le bir ilişkisi yoktur.

Yani bu 11. Madde ne İspanya’nın Katalonya’sı ne de eski ve yeni Rusya’nın Tataristan gibi özerk devletlerine benzer.

***

Modern devletin temel özelliği “üniter” olmaktır. ABD gibi, Belçika gibi, Almanya gibi, İspanya gibi federatif devletler başka çare olmadığı için öyle olmuşlardır. İster ortak dilli, ister çok dilli olsunlar yazgıları günün birinde ayrılmak ve kendi üniter devletlerini oluşturmaktır: Yugoslavya gibi, Çekoslovakya gibi.

Tarihsel, kültürel, coğrafi, kimi zaman dilsel olarak federe devlet geleneğine sahip olmayan üniter devletlerin, Türkiye’ye önerildiği gibi federalleşmesi pek görülmez.