Kıbrıs gözlemlerim- 2

Kıbrıs gözlemlerimin bu ikinci gününde de siyasi gözlemlerimi aktarmaya çalışayım. Bir musibet bin nasihatten iyidir. Kıbrıs iki seferdir, Rumların yüzünden ipten döndü. Artık Kıbrıslılar da Rumlardan ümidini kesme noktasına gelmiş durumda. Bu kadar büyük ödünler verilmesine karşın Rumların tatmin olmaması ve uzlaşmaz tutum almaları bizim Kıbrıs Türkü'nü de uyandırmış durumda. Rumlar ya hep ya hiçe oynuyorlar. Doğal olarak Rumların taleplerinin bütününü karşılayacak bir babayiğit daha anasından doğmadı. Bu kadar cesaret hiç kimsede yok.

Rumlarla anlaşamayacağımıza göre, bundan sonra ne yapacağız? Bence Kıbrıs’ta temel tartışma bu olmalıdır. Kıbrıs’taki bütün partiler bu konuyu tartışmamak için bu sorunu gündeme getiremiyorlar. Çünkü bu sorunun tek doğru cevabı var: Türkiye ile birleşmek. Kıbrıs bu haliyle devam edemez. Sorunları gittikçe ağırlaşıyor. 200-300 binlik, dünyadan izole edilmiş bir devletin yaşama şansının olmadığını herkes biliyor. Kıbrıs Türkü bu meselenin üstünden atlayarak sorunlarına köklü çözüm bulamaz.

Türkiye Kıbrıssız yaşayamaz. Türkiye’nin stratejik çıkarları Kıbrıs’tan başlar. Suriye olayları, ABD-İsrail’in Kürt koridoru kurma çabaları Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de olmasını zorunlu kılıyor. Kıbrıs’ta hiç Türk yaşamasaydı bile, Türkiye’nin Kıbrıs’a ilgisiz kalması düşünülemezdi. Kıbrıs’ta bir Türk toplumunun varlığı Türkiye için bir stratejik bir kozdur. Bu kozu kullanmak istemeyenleri ancak vatan hainliği veya Türkiye düşmanlığıyla açıklayabiliriz.

Aynı şekilde Kıbrıs Türkü Türkiyesiz yaşayamaz. Türk ve Müslüman olarak kalmak istiyorsa, itilip kakılmak ve öldürülüp sürülmek istemiyorsa velhasıl kendi topraklarında özgür ve başı dik yaşamak istiyorsa Türkiye olmadan bunlar olmaz. Dolayısıyla Kıbrıs Türkünün kaderi, geleceği ve refahı Türkiye’nin varlığına bağlıdır. Bağımsız ve ekonomisi gelişmiş ileri bir Türkiye aynı zamanda Kıbrıs Türkü için yaşam ve gelişme garantisidir.

Olaylara zaman ve tarih içinde bakmak lazım. 1974 yılında, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bizzat Yunanistan taraftarı Rum EOKA- B örgütü tarafından yıkılışından bu yana, Kıbrıs Türkü, Türkiye’nin de yardımıyla kendi kaderini, yolunu çizmiş durumdadır. Eğer Türkiye darbe yapıp, Makarios’u deviren EOKA’cılara müdahale etmeseydi. Kıbrıs şimdi, Yunanistan'a bağlı bir vilayetti ve muhtemelen Türk varlığı da tasfiye edilmiş olurdu. Çünkü EOKA-B örgütü ENOSİS'i savunuyor ve adanın Yunanistan’a bağlanmasını istiyordu. Aradan 43 yıl geçmiş, köprünün altından bu kadar su akmış, Rumlar kalkmış sanki hiçbir şey olmamış gibi her şeye 5o yıl öncesi gibi yeniden başlayalım diyorlar. Aynen 50 yıl önceki gibi. Türkler bize tabi olacak, Türkiye Kıbrıs’tan elini çekecek ve ada Yunanistan’a bağlanacak. 50 yıl önce de kabul etmedik bu statüyü şimdi de kabul etmiyoruz. 50 yıl sonra da kabul etmeyeceğiz.

Türkiye şimdiye kadar Kıbrıs konusunda ki tutumunu, Batı ile ilişkilerini esas alarak belirlemeye çalışıyordu. "Amerika ne der, Avrupa ne der" diye diye Kıbrıs konusunda tutarlı bir çözüm geliştiremedi. Şimdi Türkiye’de gelişen Batı sisteminden, Atlantik’ten uzaklaşma eğilimi, Kıbrıs konusunda da olumlu gelişmelere neden olacaktır. Artık Batı ne der fikri Türkiye’nin karar alma süreçlerini şekillendiremez. Daha bağımsız, kendi çıkarlarımızı esas alan bir Kıbrıs politikasının da ufukta görünmek üzere olduğunu söyleyebiliriz.

Kıbrıs coğrafi olarak da Anadolu’nun bir parçasıdır. Haritalara dikkatli bakanlar Kıbrıs adasının zaman içinde Anadolu kara parçasından koptuğunu görebilirler. Kıbrıs, Yunanistan’ın bir parçası değildir ve tarihi boyunca da olmamıştır. Kıbrıs tarih içinde, Sümerler, Fenikeliler, Mısırlılar ve Anadolu’da kurulan çeşitli uygarlıklardan etkilenmiş hatta bir ada olması hesabıyla bu uygarlıkların taşıyıcısı olmuştur. Helen uygarlığının Sümer, Mısır ve Fenike uygarlıklarının Kıbrıs üzerinden aktarıldığı görüşü bilim ve kültür adamları tarafından genel kabul görmeye başlamıştır. Martin Bernal'ın Kara Athena kitabı da zaten bu amaçla yazılmıştır.