Kıdem Tazminatı yaşamsal önemdedir

SOFRAMIZDA EMEK OLMALI

Kıdem Tazminatı emekçinin ‘kırmızı çizgisidir; buna karşılık bazı çevreler “kırmızı görmüş boğa” misali bu hakka saldırıyorlar. Bir takım aklı-evveller karar süreçlerini de yanıltıyorlar.

Yarın, “kimsesizlerin kimsesi” de olan Cumhuriyet’imizin 97. yıl dönümünü kutlayacağız.

Kazanılmış haklar açısından geriye giderek; bu 29 Ekim’de emeği soframızdan uzaklaştırmış olamayız.

VATAN SAVAŞINDA SİYASİ VE İKTİSADİ CEPHE

Türkiye vatan savaşında… Denizlerde, karalarda, Kafkaslarda, yurt içinde terör uzantılarıyla; ‘nihayet’ namlu namluya geldiğimiz emperyalizmle topyekun savaştayız.

Saflar netleşiyor, siyasal anlamda milli direnme bilinci giderek yükseliyor.

Bu savaşımın bir de ekonomi boyutu var; her savaşta olduğu gibi “üretim ordusu” tüm cephelerimizi tahkim eden / edecek olan, ortak değerimiz..

Ancak ne yazık ki, ekonomide milli bilinç bu anlamda ve kıvamda gelişmiyor.

“Kıdem” ile ilgili son kanun teklifi, şimdiden iç cepheyi böldü; toplumsal barışı tehdit ediyor…

Yaş grupları ekseninde kıdem tazminatı eritilmeye çalışılıyor. Esnek çalışma “teşvik” ediliyor, dahası bugünün küçük kazancı uğruna, işçi, doğru dürüst bir emeklilikten ediliyor.

SAVUNMADA EMEK, EMEĞİ SAVUNMAK!

Haziran direnişiyle, Zonguldak yürüyüşüyle, Tekel’in yabancılaştırılmasına itirazıyla en az Cumhuriyet’in yaşıtıdır; Türk işçi hareketi.. Alın-terini döken, vergiyi veren, askerliğini hakkıyla yapan, orta direğin taşıyıcısı, çarşı-pazarın tüketicisidir; işçi- emekçi kesimi… Savunma sanayinde; İHA’larda, SİHA’larda onun emeği vardır; açılan ve bacası tüten fabrikalarda, okuldaki sıralarımızda, hastanelerdeki ekipmanda onun alın-teri bulunmaktadır.

O nedenle, emek vatanı savunur; emeği savunmak da vatanı savunmaktır.

SOSYAL HARAKİRİ

Eğer emeğin kazanılmış haklarında son düzenlemeyle vaaz edilen “geriye gidiş” gerçekleşirse, kaybeden, yalnız işçi sınıfı değil, aynı zamanda sağduyulu işverenler olacaktır.

Bunun olası maliyeti bütün bir toplumun üzerine binecek, sosyal harakiri yapan Türkiye, prestij kaybedecektir.

Örneğin, yıllardır gurbetçilerimiz için serbest dolaşım hakkını arıyoruz. Eğer kendi evimizde kendi işçimizi mağdur edersek, gurbetçilerimizin haklarını nasıl savunacağız?

KAYIT-DIŞILIK, KURALSIZLIK

Öte yandan, bugün 28 milyon çalışanımızdan sadece yüzde 34’ü “kayıtlı” çalışmaktadır. Getirilmek istenilen düzenlemeyse kayıt-dışılığı daha da artırabilir.

Giderek yaygınlaşan bir kayıt-dışılık, her sektörde ve işleyişte kuralsızlığı tetikleyebilir.

Eğer çalışma yaşamı çağdaşlıktan uzaklaşırsa: kayıt-dışılık yaygınlaşırsa, kuralsızlık hakim olmaya başlarsa; ‘doğrudan yabancı yatırımcı çekmek’ son derecede güçleşir. Bu da yalın bir gerçektir…

AKTÜERYAL DENGE, BÜTÇE AÇIĞI, BORÇLANMA

Bu son yasa teklifi dolaylı da olsa aktüeryal dengeyi büsbütün alt üst edecek tuzaklarla doludur. Ülkemizde halen 18 milyon kayıtlı çalışana karşılık 13 milyon emekli vardır; özcesi, 1,2 çalışan 1 emekliye karşılık gelmekte; dörde bir olması gereken bu oran sosyal güvenlik kara deliğine işaret etmektedir.

Emeklilik ve işe girişi döngüsünde 24 Ocak düzeneğinin dahi hayal edemeyeceği şekilde olağan döngüler bozulursa; verginin verimi düşer, bütçe açığı artar, hayat pahalılığı artar. Bütçe açığının artması yeniden borçlanmayı zorlar, hayat pahalılığı bireysel borçları katlar.

DOLAYLI VERGİYLE, SOSYAL YARDIMLA NEREYE KADAR?

Verginin yüzde 72’sini ücretliden -kaynağından- alıp, Milli Gelirin yüzde 1,5’unu sekiz milyon aileye ‘yardım’ olarak dağıtmakla, ne demokrasi gelişebilir ne de bundan böyle kolayca seçim kazanılabilir… Ekonomi alarm vermektedir.. Türkiye’de kullanılan işletme kredisi hacmine yakın, ihtiyaç kredisi vardır ve bu olgu, ailelerin yaşamak için borçlanmak zorunda olduğu gerçeğine işaret etmektedir. Türkiye emeği koruyarak, üretimi artırarak, gereksiz ithalatı kısarak, kamu yatırımları yaparak, iş sahaları açarak, bu vatan savaşını kazanabilir...

İŞSİZLİK FONU VE ÖNCELİKLER

İstihdamın yakıcı bir sorun haline geldiği Türkiye’mizde emeğin haklarında geri gidiş kimseyi gönendirmez.. Hiçbir çevreyi nihai olarak karlı kılmaz / kazançlı çıkarmaz... Dahası resmi verilere göre % 13,5 olan işsizlik oranını emsal gösterip, çalışanların haklarından feragat etmelerini öğütlemek, kimseyi şereflendirmez. Ekonomide sektörleri güçlendirmek için, toplumsal kesimleri de güçlendirmek gerekir.

Bu da öncelikler manzumesi ve ilkeler meselesidir…

Türkiye, işsizlik fonunda görüldüğü gibi “1 lira işsize, 1 lira seçilmiş yatırımcıya” şeklinde amaç dışı tasarruflardan uzak durmalıdır. Öte yanda, “trilyonluk iş insanlarının” vergi borcunu bir kalemde bağışlayıp, eli kalem tutan öğrencilerin burs geri ödemeleri aksadı diye icra salmak gibi yönelimlerden sakınmalıdır.

GERÇEK FEDAKARLAR; EMEKÇİLERDİR…

Unutmayalım ki, içinde bulunduğumuz son salgın döneminde işçilerimiz, emekçilerimiz toplumsal dayanışmaya harfiyen uyarken, dahası, ‘işsiz kalmayı’, ‘kısa çalışma ödeneğini’ tevekkül ile karşılarken, kimi özel okulların, özel hastanelerin, yabancı sermayeli bankaların ve özel elektrik dağıtım şirketlerinin bu dayanışmaya nasıl da direndikleri unutulmamalıdır. İşçi emekçi ülkesine vefalı, toplumuna saygılıdır; toplumun da emekçilere ‘vefa borcu’ vardır.

KIDEM TAZMİNATI YAŞAMSALDIR

Türkiye, dış siyasette yakıcı sorunlarla karşı karşıya; emperyalizmle namluyadır.

Bu zorlu koşullarda, farklı siyasetlerden gelsek de, her daim ulusal bütünlüğümüzden

yana olmak, emperyalizmle savaşta aynı mevzide durmak zorundayız.

Türkiye, ekonomik açıdan da zorlayıcı sorunlarla yüzleşmektedir. Bu sorunlara ilişkin çözüm yollarımız farklı olsa da, ‘ulusal sanayileşme’, ‘emeğin temel hakları’ ve yerli malları öncelemek ortak paydasında buluşmalıyız.

Emeğin ‘vazgeçilmez’ haklarından biri de kıdem tazminatıdır.

Kıdem tazminatına -tırpanlamadan, budamadan, sulandırmadan- sahip çıkılmalıdır.

Ülkemizin bu zorlu sürecinde, kıdem tazminatına, iş güvencesine, ‘emeğin kazanılmış haklarına’ saygı duymak; iktisadi aklın bir gereği olduğu kadar, toplumsal barışa ve ulusal bütünlüğümüze de sahip çıkmaktır.