Kılıçların Gölgesinde Milli Devlet Bildirgesi

“Cennet kılıçların gölgesi altındadır!”

Hz. Muhammed

I

Biz hayatımızı veriyoruz vatana, emeğe ve namusa,

Vatan, emek ve namus bize hayat veriyor...

Biz kaburga kemiklerimizi kılıç yapıyoruz hakka,

Mazlumun vicdanıdır Zülfikar, hak dağıtır mazlum halka.

Uğurluyor savaşçılarını insanlık, zafer marşlarıyla:

Kurmak için kutlu devlet kalesini Anadolu otağında!

II

Yürüyor büyük insanlık, günlerin alaca karanlığında,

Aldanış kâbusundan isyan uyanışına canla başla atılarak.

Akıl tutulması, kafa karışıklığı, kara kaygı dağılıyor,

Yok olup dağılmıyoruz biz, güz bulutu gibi havalarda:

İleri atılıyoruz yan kollardan, vadilerden dalıyoruz!

III

Kınalı Ülker Yıldızı ile beyaz çiğdem göz göze geliyor,

Umutla bakışıyor Kars kalesi ile Diyarbakır surları:

Türküm, doğruyum, çalışkanım! Feda olsun sana kanım.

İlkem, bu Cennet vatanda üretmek, ileri gitmektir.

Yazılıyor yeniden, tarihin beş bin yıllık künyesi:

Harekete geçiyoruz, elimizde Milli Devlet Bildirgesi!

IV

Biz varımızı veriyoruz candan, toprağa yüz sürüyoruz,

Korumak, yaşatmak için insan erdemlerini ilelebet,

Yüceltmek için yerden göğe, büyük millet mutluluğunu.

En yüce değer emektir, en yüce emek vatandır, elbet:

Vatanın sahibi, toprağından doğup altında yatandır!

V

Akşam sabah gökte parıldayan kılıca bakıyor kitle,

Toplanmış bakıyor muhafızlar, buluttan sıyrılan hilale.

Bu nedir, bu durmadan ışıldayıp, yeryüzünü kollayan,

Kamu hakkının düşmanlarını hedefine koyan,

Tüten ocakları gözlüyor kılıç, ah etmeyin, üretin siz:

Koruyor bizi ata silahımız, haydi fabrikaları geri almaya!

VI

Geçiyor milli ordu bilimsel aklın demir milinden,

“Demokrasi” narkozundan kurtuluyor halk maddesi,

Kan ter içinde yol alıyoruz karada, denizde ve gökte…

Örgütleniyoruz, nasıl örülürse çelik halatlarla ülke:

Çürüyüp gidene karşı, yeşerip gelenin zaferiyle!

VII

Soruyor halk birbirine, esaretimiz ne zaman bitecek?

Diyor köylü, zalimler izin vermezse buğday gövermez.

Sayıklıyor çaresizler, halimiz ne olacak bizim hemşerim?

Haydin diyor Bozkurt, çakalları İncirlik’ten kovmaya.

Göğe bakıyor meydan kalabalığı, Üç Hilal nöbettedir:

Kararlı izliyor yeryüzünü, binlerce yılın bilinciyle!

VIII

Dönüyor büyük hakikatin devrim çarkları ileri, ileri.

Erzurum dağları uyanıyor kar ile boran, haykırıyor,

Ey harbiye! “Kanla irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti.”

Fıtratında mecburiyet var, tutamaz, durduramazsın,

Ne Fırat’ın doğusunda, ne nefsi müdafaa sathında:

Zeytin dalları zafer tacımızdır, Dicle fedaimizdir inan.

IX

Aşar gider gül yaprağı, kendi kızılından daha yukarı:

Maden işçisi diyor ki, derin bir nefes aldım yer altında,

Kanım, imanım tazelendi duyunca Devlet Bildirgesini.

Yıkılacak Kürecik Üssü, oyacağız Şeytanın gözünü.

Titreyip kendine geliyor yüce Türkün ordugâhı:

Yeni görev dağılımı başlıyor, üretim devriyesi nöbette.

X

Maddenin mecburiyetidir, kaynayan kazan ille taşar,

Ölüm ile yaşam güreşir tarihin demir minderinde.

Yıkılmış, ezilmiş, horlanmışlar biz, yazgımızı aldık ele,

Gelen geçmişi yer, yeni eskiyi yener, mazlum zalimi ezer:

Örgütler örgütüyüz, geliyoruz milli zafere yeminle.

XI

Dönüyor devlet çekirdeğinin etrafında millet fedaileri,

Nasıl dönerse nazlı, güneş etrafında Yükselen Asya’mız.

Döndükçe ilerliyor insanlık dünya Cennetine doğru,

O döndükçe sökülüyor küffarın küfür bantları borsada.

Yürek de dönüyor kurtuluşa, özgürlüğe, barış düşleriyle:

Milli Devlet çağrısıyla tarih sahnesine çıkıyoruz yine.

XII

Kılıçlar yukarda durdukça, diklendikçe büyüyor ordu,

Korku salıyor sinsi, fesat, işbirlikçi hainin yüreğine.

Neyin nesidir, demiyor kimse, çocuklar bile tanıdı onu,

Yunus Emre’dir kandille gelen, yürüyor Akşehir gölünde.

Doğum yaparken görüyor anne, işsiz baba görüyor:

Nöbet tutuyor hilalimiz, Çoban yıldızının tam önünde.

XIII

Diyor ki bilge, ölmeden önce öleni öldüremezsin,

Yanmadan evvel yanıp kül olanı yakamazsın,

Ecel şerbetini içene ağı versen, yere yıkamazsın.

Bunlar normal savaşçı, asker değil, ecinni midir dersin:

Eğer silah çekersen, kılıcın gölgesiyle devrilirsin.

XIV

Dipten kaynayan yeraltı çağlayanı rotamızdır,

Dolup boşalmış, yükselmiş, beş bin yılda dirilmişiz.

Yukarı çıkıyoruz şimdi yerin can damarlarından,

Firdevsi kanadımız, Yusuf Has Hacib pençemiz,

Nizâmülmülk yürek pusulamızdır, sedası arşa çıkar:

Yeraltında uçan şahin sürüleriyiz biz, göğsümüz tunç!

XV

Göğe çıkanı görebildiniz mi, o görev üstlenmişi,

İlahi beyit, kutsal ayet, şefkat yağdırır arştan nur gibi.

Bebek tatlı uykuya dalmış, ekinler özgürce boy atar,

Pazar yerinde gülü gül ile tartar halk, gönül yetiştirir:

Güzel korur kendini, kendi dikeniyle, onura eriştirir.

XVI

Hey çürümüş düzenin eğri büğrü sanat hatipleri,

Kalplerinin ışığı sönmüş, teslim olmuş çıkar kâtipleri.

Ey ruhunu canavara satan asalaklar, kulak verin,

Adalet mülkün temeliyse, kılıç hakkın kalkanıdır.

Dinleyin Milli Devlet Bildirgesinin bilge sesini:

İyi dinleyin Vatan’ın Üretim Devrimi çağrısını!

XVII

Gökyüzünde tur atan, kaybolduğu yerde görünen,

Diyor ki bilge: Beş bin yıl önce çıktı kınından.

Diyor ki: İşbirliği yapar halk için, kılıçla saban,

Korumak için ürünün namusunu silahlı hırsızlardan:

İşten atılan usta diyor ki: Zalimler korksun ondan.

XVIII

O vakittir, kül edip savuruyoruz yükselen alçakları,

Ayırmayan, kayırmayan, emeği en yüce tutan erktir.

Türk petrolü, Türk demir çeliği, Türk otosu, elektriği,

Kamunun malı olsa gerektir, arsızlar hırsızlar ittir.

Titreyip kendine gelecek Kaz Dağları, Amanuslar:

Onurumuzu kurtaracak kahramanlar, ahittir vahittir!

XIX

Gece yarısı kalkıp bakıyor demirci, kılıç orada mı?

Güneş ağır ağır büyürken şafakları kolluyor.

Öfkeye kapılmıyor, adil bir gücün kararlılığıyla,

Kadınları, çocukları, yetimleri, düşkünleri koruyor:

Nasıl korursa dişler, hak dilinin türkülerini.

XX

Akıyor barış pınarları, yıkıp sökerek esaret bentlerini,

Cehennem narını kül edip göğe savuruyoruz.

Coşuyor gönül pınarı, yıkıyor dünyanın kanlı yüzünü.

Yeminler edildi, kılıçlar şerbetlendi kırk besmeleyle,

Kutadgu Bilig hükümleri çizdi yasaların özünü:

Dağların yarıklarından akıp Çukurova’ya doluyoruz.

XXI

Diyor ki bilge, yıkılmaz bir kale varsa milli devlettir,

Kutluk onundur, karşı tavırlıyı da konuşturur.

Tam bağımsız Türkiye, bölünmez millet gerektirir.

Cesurunu da korkağını da töresiyle berk eriştirir:

Böyle yücelir insan, böyle yetkinleşir, kılıç şahittir.

XXII

Ey iktidar ayakçıları, zalim kıyakçıları, can yakıcılar,

Ey siyasetin hokkabazları, CFR keferesi cepçiler…

Kılıca bakın kılıca! Kelimeyi Şahadet gibi duran üstte.

Haydi! Tekbir zamanı gelmedi mi NATO üssüne?

Ey yedikleri insan eti, içtikleri kan olasılar, geliyoruz:

Cumhuriyet istasyonundan aldık yakıtımızı biz.