Kim yarattı bu canavarları?

Sabahları erken kalkar, kahvaltımı erkenden yaparım. Gazetelerin gelişini beklerim sonra. Eğer gelme saati gecikirse gözüm pencerededir. Oysa o kadar kronik gazete okuru da değilim. Her sayfasını okumam. İlan sayfalarını, ölüm ilanlarını okumak gibi bir merakım yoktur. Önce gündemde öne çıkan (flaş) haberlere, fotoğraflara ve de fotoğrafların alt yazılarını dikkatle okurum. Onları kafamda sıralarım. Siyasette olsun sporda olsun kimliğini, kişiliğini ve kıratını bildiğim kimselerin yazılarını genelde pas geçerim.

Bundan birkaç gün evvel bir de baktım ki Büyük Fenerbahçe’nin büyük başkanı yine baş sayfada. Renkli bir fotoğraf ile. Üzüntü ile söylemek gerekirse gündemin önemli haberleri arasında yer alan Aziz Yıldırımla ilgili konu; Yıldırım’ın, ismi amigo olarak anılan bir şehir kabadayısı ile yaptığı diyalog! Amigo, dilimize İspanyolcadan geçen bir sözcük. Özellikle spor karşılaşmalarında “seyirciyi coşturan kişi” anlamını taşıyor. Ama çoğu zaman anlamından uzaklaşılıp, şehir kabadayılığı ile anlamdaş oluyor. Kulüp Başkanı ne demek? Bunu herkes biliyor. Önemli bir yönetim seviyesi. Bazı yerlerde çok önemli kişi (VIP) muamelesi gören bir makam.

Bir şehir kabadayısı ile başkanının tribünde konuşması sonrası başkanın söylediği sözler, hakaret anlamında kabul ediliyor ve de dört yıl hapis cezası isteniyor.

Başkan durup dururken gidip bu sözleri söylemiyor tabii ki. Yönlendirilmiş bir grubun istenmeyen şekildeki tezahüratı, başkanı bu yola itiyor. Başkanın tribündeki bu hareketi, büyük takımların başkanları ile olsa ki- o yakışır ona- takaza etmesi normal. Ama bir Başkanın bir şehir külhanbeyi ile gerek basında gerek kamuoyunda tartışması eşine rastlanır bir olay değil. Bunun da rekorlar kitabına geçmesi gerekir. Her zaman söylerim, otokontrol çok önemli bir özelliktir. Hele böyle üst düzey yöneticide olmazsa olmazlardandır.

Özellikle Fenerbahçe’de hatta diğer büyük kulüplerimizde şehir kabadayılarının amigo sözcüğü ile sıfatlandırılması ve başkanlar ile mücadeleye başlamaları 1975 yılında Emin Cankurtaran başkan zamanında olmuştur. O yıllarda Demircan isminde bir şehir külhanbeyinin varlığını hatırlıyorum. Emin Cankurtaran ile beraber, Cemil’in İstanbul Spor’dan Fenerbahçe’ye kaçırılmasını bilmeyen yoktur. Bu kaçırmanın parasal bir karşılığı vardır elbette. Kızılcahamam’da kamp yapan Fenerbahçe’ye Demircan ailesi gelip haraç şeklindeki paralarını isterler. Fenerbahçe Kulübü o zamanki Genel Kurmay Başkanı ve Fenerbahçe Kulübü taraftarı olan Muhsin Batur’dan yardım ister bu şehir kabadayılarından kurtulmak için ve bu istekleri de kabul görür. Böylelikle; işe devletin askeri güçleri bile karıştırılmıştır.

Bütün bunların yanı sıra Fenerbahçe Kulübü’nü çok seven ve gelmiş geçmiş tüm Fenerbahçe’li futbolculara vefa örneğini gösteren gerçek amigo da yok değil tabii ki. Onu herkes bilir ve sever. Paşalı Birol’dur o. Ancak meşhur bir söz vardır “İstisnalar, kaideyi bozmaz”

1975 yılından sonra amigolarda büyük gelişmeler oldu. Şimdiki amigolar o zamanın amigoları gibi değil. Özellikle Fenerbahçe’nin ve diğer büyük takımların amigolarının, ayağında ayakkabı bile yokken şimdi lüks arabalarla dolaşmaktadır. Başkanlar ile senli, benli olacak kadar samimi ilişkiler içindeler... Hastalıkları, sağlıkları başkanlar tarafından finanse ediliyor. Seyahatlere götürülüyor. Bütün etkinliklerde başrolü oynuyorlar. Herkesin kış kıyamet günü soğuk havada stat kapılarında bilet bekleyip alamadıkları bir ortamda, bunların cebinde biletler deste destedir. Bir gece maçında Fenerbahçeli bir amigonun kalabalık arasında bilet satışına tanık olmuştum. Bunu Divan Kurulu toplantısında dile getirdim.

Oysa Fenerbahçe kulübünde, bu gün yıllarca hizmet vermiş eski sporcular kulübün içinde kebapçı kedisi gibi dolaşıp, bilet beklediklerini söylemiştim. Ama nafile. Kendimi de örnek verdim. “Bunca yıllık Fenerbahçeliyim daha Fenerbahçe Başkanı tarafından bir bilet gönderilmemiştir. Ben de zaten istemeye gerek görmedim. Eğer bu söylediklerim doğru değilse eğer, bir tane bilet aldımsa ve buna rağmen almadım diyorsam çıkıp söyleyin anında Fenerbahçelilikten istifa ederim” demiştim.

Başkanlar gerek kendi güvenliğini gerekse kulübün güvenliğini sağlamak için bu adamlarla beraber ortak bir davranış içindeler. Ama bunlar giderek değil kulüpleri toplumları da etkileyerek anarşik hava yaratmışlardır. Amigolar değil miydi ki Başkan Hasan Özaydın’ın bir maç sonrası Dereağzı’nda arabasını havaya kaldırmak isteyenler? Onlar değil miydi ki bir maç sonrası Kaleci Rüştü’yü dövenler ya da dövdürenler? Daha yakın zamana gelirsek Fenerbahçe şampiyonluk kupasını alırken Başkanın konuşması sırasında aleyhte tezahürat yaparak onu sinirlendirenler.

Aziz Yıldırımcılar üzülmesin. Bu canavarları kim yarattı? Önce bunu düşünsünler. Tabii sadece Aziz Yıldırım değil. Değil ama Aziz Yıldırım zamanında tam anlamı ile Fenerbahçe Kulübü’ne dert oldular. Fenerbahçe Stadyumu’ndaki otoparkı onlara kim verdi? Bunu Aziz Yıldırım’a sormak gerekir.

BİR ANI

Yıl 1963. Bursa’daki memuriyet görevimden İstanbul’a tayin olduğum ve aynı zamanda Fenerbahçe Kulübünün Teknik Direktörlük görevini devraldığım dönem. Ankara’ya deplasman maçına gideceğiz. Kulüpteyim. Üzerine Lacivert takım elbise giymiş gözlerinde siyah güneş gözlüğü olan 3 tane genç adam bana “yeni görevimin hayırlı olması dileğini” söylemeye geldiler. Tebriklerini nazik bir şekilde kabul ettim. Daha sonra aramızdaki diyalog şöyle gelişti:

-Ankara’ya gidiyorsunuz

-Evet Gidiyoruz.

-Ne ile gideceksiniz otobüs ya da trenle

-Biz de gelelim de yol paramız ne olacak?

-Bilmem. Siz ne iş yaparsınız?

-Fenerbahçe’yi alkışlarız.

-Defolun gidin. Tribüne çıkın ve de isterseniz anama küfür edin.

O oldu. Görevim süresince bir daha onları hiç görmedim.

Meğerse bu insanlar maç sırasında tribünlerde Amigoluk yapıyorlarmış. Ben nereden bileyim böyle olduğunu. Sekiz senedir İstanbul dışında görevdeydim.

O günlerdeki amigoları bile arar olduk. Bu günkü durumlarına bakınca. Şimdi artık öyle bir hale geldiler ki, amaçları, takımlarına destek vermek olması gerekirken aksine takımlarına ve de takımlarının yöneticilerine zarar vermeye başladılar.