Kimlik

Uyuşturucu/uyarıcı madde kullanımının giderek yaygınlaştığı göz ardı edilemez bir gerçek. Bu artışı anlamak için çok boyutlu bakmak gerekli. Madde kullanımı birçok etmenden etkilenmekte. Bireysel etmenler kadar toplumsal etmenler de çok önemli. Bu hafta kimlik oluşumu ve toplumsal kimliğin etkileri üzerinde düşünelim.
Gelişim sürecinde değişim kaçınılmazdır. Ancak bu sırada süreklilik, gelişimsel ilerleme için bir zorunluluktur. Süreklilik, birey olmayı mümkün kılan içsel tutarlılık ve güç kaynağıdır.
İnsanoğlu dünyaya geldiğinde dış dünyada tek başına yaşamaya hazır değildir. İnsan yavrusunun biyolojik doğumu ve psikolojik doğumu eşzamanlı değildir. Mahler psikolojik doğumu “ayrı bir birey durumuna gelmek, ilkel de olsa ilk basamak düzeyinde kimliğini kazanmak” olarak tanımlar. Bu düzeye gelebilmesi ancak annenin varlığında mümkün olabilmektedir. Yani psikolojik doğum bir ilişkinin varlığına gereksinim duymaktadır. Ruhsal yaşama daha sonra dil, yani baba girer. Her ne kadar dil annenin dili olsa dahi, anne dil ile, söz ile babayı yani yasa ve yasağın kabulünü ruhsal yaşama dahil eder. Böylece çocuk giderek dürtülerini denetlemeyi ve imkansızı kabul etmeyi öğrenir.
Ergenlik dönemi ile birlikte hızlı fiziksel, bilişsel ve sosyal değişiklikler ortaya çıkar. Gencin toplumsal yerini, mesleki konumunu ve cinsel kimliğini tanımaya ve yerine oturtmaya çalıştığı bir dönemdir. Kimlik duygusunun kazanılması sürecinde genç kendi gözünde ne olacağı ile, başkalarına göre kendisinin ne olduğu sorularına yanıt arar.
Bireyselleşme ile bireyleşme arasında önemli bir fark vardır. Bireyleşme büyüyen insanın ne yaptığı ve ne olduğu konusunda giderek artan sorumluluk almasıdır. Bireyleşme, anne-babadan bağımsızlaşma, özgür düşünebilme, bütünlük duygusunu kazanma ile mümkündür. Bağımsızlaşma, bağlarını koparmak anlamına gelmez. Tersine bağlar, yer çekimi gibi kişinin güvenli bir şekilde yere basmasını, ayakta durmasını sağlamaktadır. Olumlu bağlara sahip olma kişiye ileriye gitme gücü verecektir. Bağlarını koparma ise yabancılaşma duygusuna kapılmasına yol açar.
Kimlik duygusunun gelişimi için kendi ve diğerlerini tanımanın yanı sıra, ülkülerin belirlenmesi ve geleceğe ilişkin amaçların olgunlaşması gerekir. Kimlik duygusunun oluşum sürecinde ergen ailesi, akranları ve toplumda egemen değerleri içselleştirme uğraşı vermektedir. Öz değerlerine uyum kendisi ile barışıklığı, toplumun değerlerine uyum ise tarih ve konuşulan dille tanışıklığı ve onlara uyumu sağlar. Kimlik toplumsal değerlerden çok etkilenmektedir.
Devlet, millet, toplum ya da kültür varlığı açısından kimlik; topluluğu oluşturan bireylerin ortak varlıkla özdeşleşmeleri, ortak ülkü ve simgelerle birleşmeleri, ortak tasa ve kıvançları paylaşmaları olgusudur.
“Kimsiniz, necisiniz, nereden gelip nereye gidersiniz?” Bu soruya verdiğimiz yanıtlarda sergilediğimiz ortaklıklar ya da duyarlılıklar, toplumsal varlığı ayakta tutan dayanışmanın ögeleridir. Bu anlamda kimlik bir tarih sorunudur.

KİMLİK BOCALAMASI VE YABANCILAŞMA
Aile ya da toplumda kültürel kopuşun yaşandığı durumlarda, gençlerin kimlik arayışı zora girmektedir. Toplumun kendisi kimlik bocalaması içinde olduğu dönemlerde, çeşitli toplumsal kesimler arasında yabancılaşma üst düzeye çıkar. Böyle bir ortamda genç de bocalama içine girme tehlikesi ile karşı karşıya kalır.
Kıraç bir röportajında yabancı dilde eğitimin olumsuz etkilerine dikkat çekti. Ruhsallık açısından bakacak olursak, yabancı dilde eğitim toplumsal kimlikte bocalamaya yol açar. Gencin, toplumun ortak belleğinden kopması, boşlukta, hiçlikte kalmasına neden olmakta. Burada kast edilen eğitimin Türkçe olması. Yoksa yabancı dil öğrenilmesi, hatta birden çok yabancı dil öğrenilmesine karşı çıkmayı kast etmiyoruz. Dil, kimliğin önemli bir parçasıdır. Dilin kaybolması, sürekliliğin kaybolmasına, hafızanın kaybolmasına yol açacaktır. Postmodernizm, modernizmin yarattığı her şeyi eleştirir. Süreklilik ve bütünlük modern kimliğin temel nitelikleri iken, postmodernizm süreksizlik ve parçalanmışlık üzerine kurulur. Bu süreksizlik ve parçalanmışlık ortamında, gencin bütünlüğünü sağlamış bir kendilik oluşturması ne kadar güç olacaktır. Süreksizlik ve parçalanmışlık madde kullanımı da dahil, ancak bununla sınırlı olmayan önemli sonuçlar doğuracaktır. Bunu değiştirmenin yolu milli bir eğitim politikası geliştirmekten geçmektedir. Algılarımızı yöneten kitle iletişim araçlarına, bu yolla beynimizin uyuşturulmasına izin vermeden, fikri hür, vicdanı hür gençler yetiştirmek en başta gelen görevlerimiz arasındadır.