Kimse o al kanlı damarımıza basmasın

Diyarbakır’dan bir ziyaretçimiz vardı geçen hafta. İşi nedeniyle bölgeyi sürekli dolaşır. Kendim gidemesem ondan hal hatır sorarım arada. Diyarbakır deyince aklıma hep gün görmüş geçirmiş, ağırbaşlı her sokağında ta derinlerden yaşanmışlık ve tarih esen bir kent gelir. Diyarbakırlı tanımı da benzerdir.
Çok hırpaladılar güzelim Diyarbakır’ı.
Hele şu HDP’li belediyeler... O sıralar gittiğimde bakmak istemiyordum. Her yan çöp içindeydi, yığıntılar uçuşuyordu, kokuyordu... Diyarbakır hastaydı sanki.
O güzelim kent! Nasıl içim yanıyordu. İnsanlarını da kirlettiler mi? Yerliler “onlar bizden değil, dışarlıklı” derler. Kimi belki korkudan, baskıdan biraz çamura bulanmıştır.
KENE GİBİ YİYORLAR İNSANI
Değerli dostumuzu dinledim.
“Köyden gelmiş, vallah altında eşeği yoktur. Milletvekili oldu. Çocuğunun altında iki milyarlık araba... İki kelimeyi yanyana getiremez ama Diyarbakır’ın en zengin adamlarından... Dağdakinin yakınıdır diye arsa verdiler... siteler kurdular... Belediye başkanları bir gün belediyede oturmadı, bir gün iş görmedi... Önemli olan, bunların elinden kurtarmak lazım. Kene gibi yiyorlar insanları. “
ÖRGÜT BİTTİ
Peki şimdi nasıl?
“Örgüt bitti... yemin ederim kafalarını çıkaramıyorlar. İHA’lar SİHA’lar tepelerine biniyor... Sözleşmeliler etrafı iyi tanıyor. Eskiden üç günlük asker dört mermi atmamış, operasyona gitmeye çekinirdi. Şimdi bu sözleşmelilere yerelden katılan da çok var. Bölgeyi, insanları iyi tanıyorlar.”
Ancak dostumuz uyarıyor: “Yalnız bir süredir Emniyet gevşetti. Eylem yapmaya başladılar... arkasını getirirler diye korkuyorum.”
Dağa çıkan, örgüte katılan var mı hâlâ?
“Kimse artık çocuğunu göndermiyor. Ancak Avrupa’dan, Suriye’den paralı adam getiriyorlar...”
Bu gelenleri Suriye’den, Batı ülkelerinden biraz tanıyorum. Sorumlulukları, kaybedecekleri şeyleri olmayan, tam ipsiz sapsız gerçekten döküntü takımı. Birçoğunun uyuşturucu sorunu var. Nereye sürersen gider. Para karşılığı her şeyi yapabilirler.
ABD DAYI MIDIR
Söz elbette ABD’ye geliyor.
“Karayılanı, Bayık’ı yakalayıp ABD’ye götürecek. Teslim olunca Türkiye’ye vermezler ki... hiç zaten öyle bir şey söylemiyorlar” diyor Diyarbakırlı dostumuz. Üstelik Kandil, Türkiye sınırlarına Batı’dan daha yakın. Ayağa da takılmaz. Yok ateşkes, yok görüşme... PKK/PYD daha uygun adım olur.
Neyse bu konu ayrı. Biz ABD’ye karşı bölgedeki tavrı konuşuyoruz.
Eskiden bazen, sıradan sokaktaki adamlardan, hatta evinde oturan eski solcu kalıntılarından bile “E ne yapalım şimdi yanımızda o var, dayı diyeceğiz...” görüşünde olanlar çıkıyordu.
“Tek tük de olsa” diyorum, çünkü Türkiye’nin neresine giderseniz gidin bu topraklarda kaç yüzyıl boyunca baskı ve zulme, emperyalizme karşı verilen mücadele kültürel genlerimize sinmiş. Malum CIA ajanları o kadar uğraşmış, bir dizi “yaratıcı” “darbeden içki masası kankalığına” kadar yöntem denemiş başaramamış, tecrübeyle konuşuyorlardı ya...
“Bu Türkleri tarihlerinden koparmak lazım...” diyorlardı ya...
Gerçekten öyle.
Ne kökmüş şu topraklara salan!
Emperyalizm, o al kanlı damarımıza basmaya görsün, onca tahribata karşın hemen eller birbirini buluyor, başlar dikleniyor...
“Ha aaa” diyor, arkadaşımız “eskiden Obama baba derlerdi filan... o artık hiç kalmadı!”
ACITIR YA DA YAŞATIR
Okullardaki öğretmenler. İçlerini o kadar bilemem ama önemli bir bölümü korku ve baskıdan PKK’nın eylemlerine destek veriyordu. Boykot kararı alınıyor diyelim. İstersen tek başına git, boykotu kır! Devletin gücü oralarda çok zayıflamıştı. Arkadaşımız bir okuldan tanık olduklarını aktarıyor. Almışlar üç ay öğretmenleri. Sonra bırakmışlar. Hemen hepsi artık Atatürkçü. Yalancıktan yapan da vardır belki. Ama inanın çoğunun normal hali. Doğu ve Güneydoğu’da Cumhuriyet devrimlerinin kazanımları ile feodalizmin, emperyalizmin, ikisinin karışımı ve uzantısı terör örgütünün yasalarını karşılaştırma şansınız çok daha can alıcıdır.
Buradan bakıldığı gibi değildir. Bedeninize değer. Çok acıtır. Ya da yaşatır. Umuttur. Yaparız. Yaptık güvenidir.
Özgür iradeyi ortaya çıkarabilirseniz, seçenek tektir! Altına imzamı atarım.
FETHULLAHÇILAR BUKALEMUN GİBİLER
Söz bugünkü belediyelere geliyor.
Tepeyi değil, uygulamayı konuşuyoruz. Başka belediyelerden çok insan göndermişler bölgeye. Seçmece. Gerçekten işlerinin uzmanı. “Görseniz pırıl pırıl... Adam gibi adamlar. Her tarafı cennet gibi ettiler. Alt yapı, yollar, asfaltlar, aydınlatmalar...”
Peki, Fethullahçılar? Öteki tarikatlar?
“Bukalemun gibi bu Fethullahçılar. Yerler kahverengi bunlar kahverengi, duvarlar beyaz bunlar beyaz...”
Hadi, bakalım görev başına!

Çılgın Cuma

Bu yılın da “çılgın cumasını”, “efsane cumasını” geçirdik. Yetişemedim size. Çılgın tüketim bir yana internetten alışveriş ayrı bir alem. Kredi kartının yaşantımıza girdiği zamanlardı. Ekonomi gazetecileri ilk getiren bankanın çağrılısı olarak yemekli toplantıdaydık. Sorduğum soruyla buz gibi bir hava estirdiğimi anımsıyorum. Türk tüketicisini hiç uyarmadan ve eğitmeden böyle bir alana sürmek büyük sorumluluktu. Hoş zaten kartın özelliği sonuçta bu hedefti. Gerçekten de altı ay sonra intiharlar başlamıştı. Ödenemeyen borçlar... borçlar... birikti, katlanarak... Oh sudan ucuz da değil; bedava bedava! Paran olmasa da alabilirsin. Üstelik o da, sen de... onu da, bunu da... takke bir süre sonra ancak düştü. Dank!

Şimdi “online” alışveriş. Artık evinden çıkıp dükkana gidip kartını eline alıp bir an düşünüp “dur yahu ben ne yapıyorum” ya da satın alacağın eşyayı evirip çevirip bir bakıp “ya buna gerçekten ihtiyacım var mı” deme uyarısını bile algılamadan... bas düğmeye al. Üstelik yaşamında hiç gitmediğin ülkelerin dükkanlarında satılanlardan. Üstelik dolarla, avroyla... Hem de kampanya, yüzde 10 indirimli, 300 TL’nin üzerinde kargosu bilem onlardan. Hurra! Bir de paketi açıyorsun rengi öyle değilmiş, numarası tutmuyor, fotoğraftaki ince belli kadının üzerinde durduğu gibi hele hiç durmuyor... daha saymayayım biliyorsunuzdur... belki de :)
Bunlar neyse de, bir de sahtecilikler var. Tuzaklar. Parayı gönderip eşyanızın gelmemesi gibi... Güvenilir alışverişin kuralları var. Öğrenmelisiniz.
Aslında bir kolaylık. Tuzakları atlayıp “ihtiyacınız olanı” “gerçekten indirimli” (10 artırmalı, beş indirmeli değil yani....) kapınıza kadar gelecek biçimde alabilirsiniz. Kargocu hikayelerini daha önce yazmıştım... tekrarlamıyorum.

Cumadan önce yetişebilseydim bunları anlatacaktım. Gelecek yıla not edin. Ya da hep aklınızın bir köşesinde olsun. Ne olur ne olmaz.
Bizi sorarsanız. Can, dört konsere bilet almış. Çok pahalı olduğu için gidemediği. Tanesi iki buçuk liradan. 25 TL’ye de 15 sinema bileti. Bir de mutfak tartısı. Ne ilgisi var demeyin. Bize arada akşamları internetten çok değişik yemekler yapıyor. Eli henüz “kulak memesi” kıvamına alışmadığı için bilimsel çalışıyor. Öyle bir ihtiyaç, anlayacağınız.
Ben ise klasik. Her zaman yaptığım gibi. Hadi boşver, gelecek yıl alırım... Nedense bir türlü gelmiyor o yıl! :) :)

Andımız yasağının yararları

Genç bir arkadaşla konuşuyoruz. Sanki iyi mi oldu andımızın yasaklanması? Eskiden otomatik söylerdik. Anlamını da çok fazla izlemeden. Ama efendim şimdi bir dinliyorum. Her sözcüğün hakkı veriliyor. İçi doldurula doldurula... Türküm! Doğruyum! Çalışkanım! Tembellik etmeye hiç şans bırakmıyor. “Abla” dedi, genç arkadaşım, “ben eskiden okula 15 dakika geç giderdim, nasıl olsa andımız var diye... şimdi aman kaçırmayayım diye erkenden gidiyorum...”

Birinci kim?

Mehmet Perinçek, Business Insider’in “2018’de Dünyanın En Güçlü 25 ordusu” haberini aktarmış. İlk 10 şöyle:
1. ABD
2. Rusya
3. Çin
4. Hindistan
5. Fransa
6. Birleşik Krallık
7. Güney Kore
8. Japonya
9. Türkiye
10. Almanya
Bu “güç” neye göre saptanmış acaba? Kişi ve donanım sayısı mı, yoksa yürek sayısı mı? Sorunun yanıtı listedeki sıralamada çok açık değil mi?