Kırk Dördüncü Tablet, AhmedÎ

Ey denkbej! Söz mülkünün dengini çöz,
Yüreğim han olsun yoldan gelene,
Bu gece burada konaklasın.
Gel şimdi, bizim Memo’dan sual edelim,
Helâl süt emmiş Mem’den.
Soluklarımızın güllendiği yere gidelim,
Bağdaş kurup oturalım ateşin gülşenine.
O kara sevdalıdan haber verelim,
Figândan söz edelim, Dicle’nin kızından.
Zindanın Zin’i aşktır. Aşkın izi nerede?
Botan’a evvel bahar geldiğinde,
Dünya iki kutbundan yaprak açar.
Taze bebek yürür, duvarda taş neşelenir,
Yollar süsenlenir, kuzu çıngıraklanır.
Gel, kardeşliğimizin andaçlarını kuşanalım,
Yeniden taçlanalım, tan vakti...
Ölmeden önce, yan yana yürüyelim,
Görsün düşman, dağ dağa nasıl kavuşur,
Kayalar kızarıyor, tepelere çıkalım.
Benim, seninle bir bahçem var büyülü, büyük,
Sen olmasan burada yurt, yurt mudur?
Burada ırmak ırmak mıdır, güneş güneş midir?
Ey denkbej! Ey dili mücevherli!
Ey Ahmedî, beni duy! Ey destan yeli!
Sen tattırmadın mı bana, akide gibi sözleri?
Zîn’a me ji sorgula te geştir,*
Bext’ê me ji talıê te reştir...
Cudi yamaçlarında güller birbirinden acılı,
Lakin Bekir’in etekleri zil çalıyor.
Hekim kılığına bürünsün Heyzebun,
Öğrenip gelsin akıbeti, bitezegi:
Gülistanı mı bölüşeceğiz, kabristanı mı?
Kayığı mı bölüşeceğiz, balığı mı?
Biz yüzüğü geri vermeyiz. Arada aşk var.
Şart olsun, sana gönül karartırsam,
Ama düşmanım arsızdır, bilesin,
Dostun görünür, hak suretine bürünür de,
Soysuzdur ve meselin kısası:
Sarılmaz aşk yarası puşt parmağıyla.
Durursan hasmımın yamacında, derim ki:
Dinmez Mezopotamya’nın yası,
Ölmüş ağızda dil dönmez, ey gönül atası!


* Büyük Kürt şairi Ahmadi Hani’nin kaleme aldığı ünlü aşk destanı Mem û Zin’den: Benim Zîn’im, senin kırımızı gülünden daha şendir. Benim bahtım da senin talihinden daha karadır.