Kirli mendil

Birinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’de İngiliz ve müttefiklerinin esirleri bulunurken Türk askerleri de Azerbaycan, Yunanistan, Fransa, Kıbrıs, Irak, İngiltere, Hindistan/Burma/Myanmar, Malezya Mısır ve Rusya’nın çeşitli yerlerinde esir kamplarında yaşamıştır. Oralarda tarım, inşaat ve yol yapımı gibi yerlerde çalıştırılmışlardır. Kimi geri dönebilmiş, kimi de o ülkelerde. Onlardan gelen mektuplar ve anlatılanlardan günümüze ulaşan şöyle bir öykü vardır. Balıkesir’e bağlı “Kepsut İlçesi Tepe Köyünden Süleyman Çavuş Çanakkale’ye gider ve tam dokuz yıl sonra çıkar gelir. Çanakkale’de İngilizlere esir düşmüştür. Esarete Süleyman Çavuş ve arkadaşları Malezya taraflarına götürülmüştür. Anlattığı kadarıyla esir kampında birkaç yüz Türk vardır (1).

BİR KIZ İKİ KISMET

Esaret arkadaşları arasında bunlar Balıkesir’den üç kişi imişler. Hemşeri oldukları için hep beraber kalıyorlar, birbirlerine destek oluyorlarmış. Kepsut Tepe köyünden Süleyman Çavuş ve Pamukçu kasabası civarından ayni köyden iki arkadaş daha. Bu iki arkadaşın bir özellikleri daha varmış. Bunların ikisi de köylerinden aynı kıza aşıkmışlar. Çanakkale’ye gelmeden önce, köyde helalleşmek için eşi dostu ziyaret ederlerken, kız bu arkadaşlardan birine gizlice içine “kekik dalı koyduğu bir mendil vermiş. Esarette, mendilin sahibi olan genç, her gün mendili çıkarır, kekiği koklar, hiç durmadan hüngür hüngür ağlarmış. Rakibi olan diğer arkadaşı ona hiç durmadan: “Ne olur, memleket kokusu. Ne olur, şu mendili bir de ben kokayım...” diye yalvarır, ağlarmış. Öbür arkadaşı ise: “Olur mu... Olur mu..? Mendili sana mı verdi? Olur mu?” diye mendili koklamasına izin vermezmiş. Mendil akan gözyaşlarından öyle kirlenmiş ki rengi bile değişmiş. Derken bir gün mendilin sahibi olan esir, orada vefat” etmiş. Ölmeden önce arkadaşına, mendili verip: ‘Kardeşim, ben gidiyorum. Artık emanet senin’ diye ruhunu teslim eder.

Mendili alan arkadaş ve Süleyman savaş bitince yayan olarak yola çıkar. Ama mendilin sahibi yolda arkadaşına mendili götürüp Ahmet Kızı Hatice’ye vermesini ister. “Artık bizi beklemesin” der. Yurda dönünce emaneti teslim etmek için yola çıkarlar. Köyden düğün sesleri gelir. Köye yaklaştıklarında karşılayıcıların içinde o köyden Çanakkale’de siperlerde beraber oldukları Kadir Çavuş da vardır. O harp sona erince köyüne geri dönmüştür. Meğer o da Hatice’ye aşıkmış ve o gün düğünleri varmış. Bundan haberi olmayan Süleyman Çavuş ‘Bugün buraya Ahmet kızı Hatice’yi görmeğe, ona esaretten getirdiğim emaneti vermeğe geldim.’ der. Süleyman Çavuş, esarette ölen arkadaşlarının durumunu anlatır. Kadir Çavuş- Hatice Hanım’a ben de aşıktım. Ama o iki arkadaşım benden büyüktüler. Aralarında onun için öyle kavga ediyorlardı ki ben onların yanında bu sevdamı açıklamağa cesaret edemedim. Ama askerden dönünce her sene evlenmek için Hatice hanıma haber yolladım, ama o: ‘Benim verilmiş sözüm var...’ diye kabul etmedi. Fakat yıllar geçtikçe ümidi herhalde kalmadı ki geçenlerde benimle evlenmeyi kabul etti. Ama bana; eğer doğacak çocuklarımız erkek olursa onlara esarette ölen arkadaşlarım Ömer ve Mustafa adını vereceğime dair söz verdirdi. Bu düğün bizim düğünümüz. Benim için mahzuru yok. Hanımın götürüp emaneti versin. Hem onların öldüklerini öğrenince belki gönlü daha rahat olur... Süleyman Çavuş’un Hanımı düğün evine girer. Hatice hanımın yanına oturur. Köy küçük olduğundan az misafir vardır. Süleyman Çavuş’un hanımı ‘Size çok uzaklardan bir esaret emaneti getirdim’ der. Hatice hanım irkilir. “Ömer ile Mustafa’dan mı yoksa?” diye sorar. Süleyman Çavuş’un hanımı o kirli mendili çıkardığında Hatice Hanım hıçkıra hıçkıra saatlerce ağlar. Asker arkadaşları Kepsut’lu Süleyman Çavuş ile Kadir Çavuş birbirlerini bırakmazlar. Yıllarca birbirlerine giderler gelirler. Selam yollarlar. Herhalde 1940’ların sonu veya 50’lerin başında olmalı. Süleyman Çavuş bir gün pazarda Kadir Çavuş’un köylülerine rastlar. Onlara Kadir çavuşu sorar. ‘Geçenlerde Hatice Hanım vefat etti. Mezara konurken anlamadığımız bir şey oldu. Oğulları Ömer’le Mustafa analarının cesedini kabre koydular. Sonra ‘anamızın vasiyeti’ diyerek yüzüne kirli, pis bir mendil örttüler. Neydi o pis mendil, anlamadık. Sorduk ‘Biz de bilmiyoruz’ dediler. “


(1) Aydın Ayhan, Nisan 2011, Gelibolu’yu Anlamak: 1. Dünya Türkiye Dışında ve Anadolu’da Esir Kampları, Balıkesir Esir Kampı (http://www.geliboluyuanlamak.com/335_1-dunya-savasinda-turkiye-disinda-ve-anadoluda-esir-kamplari-balikesir-esir-kampi-aydin-ayhan.html, erişim 12.12.2019)