Kırmızı et tartışmaları

Türkiye’nin bir yandan can yakan olayları, bir yandan akla ziyan siyasi karmaşıklığı içinde başka konulardan söz etmenin anlamsızlığının bilinciyle, gündemde yer alan kırmızı et konusuna değinmek istedik. Kırmızı et fiyatlarındaki artış nedeniyle gündeme gelen, et ve canlı hayvan ithalatı ve vergi indirimi sonucunu doğuran tartışmalar hala sürmektedir. TÜİK verilerine bakıldığında, son on yıllık dönem içinde ve fiyat artış tartışmalarının yaşandığı 2015 yılı ilk 6 ayında kırmızı et arzında bir artış söz konusudur. Başka bir anlatımla mevcut veriler bir arz talep dengesizliğine işaret etmemektedir. Ancak başta terör olayları olmak üzere, izlenen yanlış politikalarla hayvan arzında sorunlar ve dalgalanmalar olduğu da bir gerçektir. Diğer faktörler yanında domuz üretimi ve fabrika işletme olarak olumsuzluk atfedilen işletme büyüklükleri dikkate alındığında ABD, AB ile Türkiye arasında hayvansal üretim ve ürün fiyat karşılaştırması yapmak anlamlı değildir. Üretim koşulları yanında pazarla ilgili en önemli fark Türkiye’de kırmızı etin gelir-tüketim ve fiyat elastikiyetlerinin oldukça yüksek olmasıdır. Kırmızı et neredeyse lüks mal niteliğindedir. Gelir dağılımının giderek bozulduğu dikkate alınırsa, yüksek gelir grubu için kırmızı et fiyatlarının artmasıyla talep değişmesi olmazken, düşük gelir grupları için bir talep azalması söz konusudur.Burada tüm sorunları ele almanın olanağı yoktur. Temel sorun üretici-tüketici yararına işleyen bir örgütlenmenin yaratılamamış olmasıdır. Özellikle, üreticinin ürününü yerinde ve maliyet fiyatına alacak bir yapılanma olmaması en temel eksikliktir. Gerçekte kırmızı et üretim ve pazar sorunlarını, tarımsal üretimin yapısal sorunlarından bağımsız düşünmek olası değildir. ***Son 20 yıldır izlenen üreticiden kopuk, et ve süt ürünleri sanayi ve perakende zincirleri ile Batı’nın etkili olduğu politikalarla yeni sağlıklı yapılar yaratılmadığı gibi mevcutları da ortadan kaldırılmıştır. Küçük üretici dışlanırken, sektör dışı girişimcilere de sözde büyük ölçekli işletmeler kurma hayaliyle krediler kullandırma yoluna gidilmektedir.Cumhuriyetin ilk yıllarında ülke tarımının kalkındırılması amacıyla bitkisel üretim alanında güçlü bir kooperatifçilik yaratılırken, hayvansal üretimle ilgili olarak Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) yoluyla bir alt yapı oluşturulmaya çalışılmıştır. Kırmızı et sektörü ile ilgili olarak 1952 tarihinde “Et ve Balık Kurumu” (EBK) kurulmuştur. Türkiye hayvancılığı ve ülke ekonomisi açısından önemli görevler üstlenen EBK, zaman içerisinde yönetim hataları yüzünden zarar ettiği gerekçesiyle 1992’de özelleştirme kapsamına alınmıştır. Özelleştirmeler sonunda, bir anlamda yapılan hata fark edilerek 2005 yılında Kurum özelleştirme programından çıkarılarak eski statüsünün iade edilmesine karar verilmiştir. 1990’lı yıllara kadar 35 iş yeri ile faaliyetini sürdüren ve yeni yapılanma ile 2013 yılında adı Et ve Süt Kurumu olarak değiştirilen Kurum halen 1 depo, 10 kombina, 16 adet kombina satış ve 59 adet franchising mağazası ile faaliyetlerine devam etmektedir. Kurum, yaklaşık 23 bin ton kırmızı et üretim miktarı ile, 1 milyon ton olan toplam üretim dikkate alındığında, piyasaya etkinin çok uzağındadır. Kurumun müşterilerinin önemli bir bölümünün kamu kurumu olması da piyasaya müdahale gücünü etkinsiz kılmaktadır. Özetle neredeyse yok edilen EBK’nin yeniden eski fonksiyonlarını yerine getirmesini beklemek olası değildir. Kurum piyasaya müdahale işlevini yüklenmiş bir kamu kurumu özelliği sergilemektedir. Mevcut yapısı ile Kurumun yarattığı ekonomik katkının, bürokratik yapısıyla kamuya getirdiği mali yük yanında düşük kalacağını belirtmek abartılı bir tahmin olmayacaktır.Bu yapısal sorun yanında bazı konuların da altını çizmekte yarar vardır. Temel anlayış olarak Batı’nın hayvancılıktaki fabrika işletmelerine özenme yerine özellikle önemli ölçüde ekolojik ve yerel nitelikli olan küçükbaş hayvancılık üretimi desteklenmelidir. Bu alanda sertifikalandırma sağlanarak dış pazar olanaklarının da yaratılabileceği dikkate alınmalıdır. ***En önemli konulardan birisi zorunlu kentleşme ile köylerin mahalle yapılmasıdır. Diğer sorunlar yanında, bu uygulamanın en önemli zararı tarım ve özellikle hayvancılık alanında olmuştur. Anayasa ile amacı dışında kullanılması yasaklanan çayır-mera alanlarının bu uygulama ile talana açık hale getirilmesi yaşanan en önemli sorundur.Her gerçeği gecikmeli kavrıyoruz. Ulusalcı olmanın kusur sayıldığı günümüz Türkiye’sinde, gıda konusundaki sağlıklı ve yeterli gıda anlamına gelen gıda güvencesi ve gıda güvenliği yanında üçüncü temel bir kavramın da “gıda egemenliği (ülke gereksinimi olan her türlü gıdanın öncelikle yerel-ulusal olarak üretilmesi)” olduğunu karar verici politikacılarımıza hatırlatmakta yarar vardır.