"Kış Uykusu": Belirsizliklerimiz... İsyanlarımız...

Karşılaştığımız her şey bir yanımızı aydınlatıyor aslında. Gene de bu aydınlanma ânlarının taşıdıkları benliğimizdeki belirsizlikleri tümüyle ortadan kaldırmaya yetmiyor. Dahası, oradan görünen görünmeyen birçok şeyin de sancısı oluyor. Evet, ağrı iyidir, ama belirsizlik kötü Toplumların ekonomik bunalım dönemlerinde her ikisi de bir arada yaşanır aslında. Belki de "sosyal patlama" dediğimiz şey tüm bunların sonucunda ortaya çıkıyor!

Fernando Solanas'ın "Yağma Anılar" (Memoria del Saqueo) belgeselini tekrar tekrar izlerken hep şu soruyu sorup duruyordum: Bir ülke her açıdan yağmalanırken, insanının da ruhu yağmalanmaz mı? Öyleyse, aidiyet ve kimlik duygusu olan o ülke insanı bu durumda ne yapar?

Aslında Solanas, belgeselinde Arjantin gerçeğini anlatırken, sorularımın da yanıtlarını tek tek veriyor. Hatta, küreselleşmenin getirdiği yıkım karşısında yaşadıklarımıza dair daha başka sorular da sorduruyor diyebilirim. Bugün, yaşadığımız küresel dünyada uluslar/insanlık hızla belirsizliklere sürükleniyor. Gelip gelip kapımıza dayanan savaş, bu belirsizliklerin ve yağmanın bir sonucu değil mi?

AZALARAK YAŞAMAK

Rolla May'ın "Varoluşun Keşfi" kitabının şu açılış cümleleriyle karşılaşınca duraladım bir ânda:

"İçinde yaşadığımız çağda bir paradoksla karşı karşıyayız. Radyo, televizyon ve uydulardan âdeta bardaktan boşanırcasına yağan bilginin hiç bu kadarını görmemiş, kendi varlığımıza dair hiç bu kadar büyük bir içsel belirsizlik yaşamamıştık. Nesnel hakikat, içsel netliğimiz de o kadar azalmakta." (*)

Bu azalarak yaşamak sürekliliğimizin bir parçası, sıkışıp kalmışlığımızın belki tözü oluyor giderek...

Nuri Bilge Ceylan'ın "Kış Uykusu" filmini izlerken gelip bizi bulanın da, aslında; isyanımızı/öfkemizi tetikleyen bu belirsizliklerin, iğretiliklerin, insanın bırakılmışlığının ve sıkışıp kalmışlığın yüzleşmesiydi. Ötede, Solanas'ın Arjantin gerçeğine bakışıyla Ceylan'ın kendi ülkesinin ruhunu kavrayışı arasında benzerliklerin ötesinde yeni gerçekçilik anlayışı vardı. O da şu: Küresel dünya "küçük"/"büyük" hayatları nasıl tarumar ediyor, insanı nasıl ufalıyor.

Yeni bir keşif bizi bekliyor aslında; insan ruhunun kavrayışı kadar, bunu belirleyen içinden geçilen zamanın ruhu ve tüm bunların arayışına/yansıtılmasına bakan sanatın yeni dili.

SÜRÜLEŞMENİN ÖYKÜSÜ

Romanda yinelediğim Stendhal'in savı; (roman/sanat) yol boyunca gezdirilen ayna, diğer sanatlar için de hâlâ geçerli. Madem ki dördüncü dünya ülkelerinden söz ediyoruz bugün ve gelişmemişliğin göstergesi gericiliğin hayatımızı nasıl biçimleyedurduğundan... O zaman, asıl şimdi sanatın gücüyle getirilip bize sunulanlara daha çok ihtiyacımız var.

Doğrusu, Nuri Bilge Ceylan'ın "Kış Uykusu" ile bize sunduğu dünya, hayatın sadece bir kesitini içerse de, günümüz Türkiyesi'nde yaşananlara ayna tutmaktadır. Ve bu küresel salgının kuşatmasındaki bir ülkede o iğreti hayatların nerede/nasıl filizlendiğini, sıkışıp kalmış insanın ne türden arayışlara sürüklendiğini, aydın ve halk arasındaki uçurumun bu (göreceli) modern dünyada nasıl yaşandığını gösteren bir başyapıtla bizi buluşturmaktadır.

Bir yanda hayatımızdaki belirsizlikleri gönderme yaparken, öte yanda da içimizde biriken isyanın neden/niçinlerine dönük görsel bir şölen sunuyor. Sanırım, şunu açıkça söylemek gerekiyor; sinema günümüzde bütün sanatların önünde.

Bugün, "Nuri Bilge Ceylan sineması" diye söz edebileceğimiz "Kış Uykusu" filminin seyrinde, giderek sürüleşmemizin de öyküsüne dönüyoruz. Sinema sanatının etkisini güçlendiren bir anlatım dilinin nasıl kurulduğunu bize gösteren, ve içindeki isyanı/öfkeyi yalın bir dille, anlatımcı bir bakışla yansıtan bu usta sinemacının gücü/duyarlığı karşısında şapka çıkarmak geliyor.

Ülkenin bu pusarık havasında geleceğe umut taşıyan bir bakış, insana olan inancın yitirilemeyeceğini dair bir ağıt aslında "Kış Uykusu". Evet, belirsizliklerimiz, isyanlarımızın nedenlerini de bir kez daha bizlere anlatan bir sinema şöleni...

———————

(*) Varoluşun Keşfi, Rollo May; Çev.: Aysun Babacan, 2012, Okuyanus Yay., 228 s.