Kişisel arşivlerin trajik sonu

Arşivler konusunda sicilimizin temiz olduğunu söylemek sanırım biraz zordur. Nedense bu konuda arzu edilen bilimsel çalışmalar yapılmaktan imtina edilmiş, az sayıda yapılmış olanların ise değerini bilmeyerek hoyratça yok etmişizdir. Geçmişe ilişkin bu yok ediliş süreçleri ise, sanırım herkesin bildiği gibi bir kent efsanesine dönüştürülerek dilden dile acı ama ibret alınmayan bir öykü düzeyinde günümüze dek gelmiştir. Atılanlara Bulgarların sahip olması, küreklerle tıka basa vagonlara doldurulması sokaklara dökülenlerin ise günler boyu temizlik işçilerimiz tarafından çöp niyetine toplanıp yakılması vs...

Bir zamanlar devlet arşivleri böyleyken, diğerlerinin ise akıbetlerinin ne olduğunu sanırım söylemeye hiç gerek yok. Hatırı sayılır arşivlerin/kitaplıkların yurt dışına ya kaçırılıp ya da satıldığı, kalanların ise bağışlandıkları ya da satıldıkları kurumlarda yok olup gittiği, günümüze dek gelebilenlerin ise durumlarının pek de iyi olmadığı söylenebilir. Örneğin onca yazar/çizerden günümüze acaba kaç arşiv gelebilmiş, gelenlerin ise kaçı değerlendirilerek kitap ya da bir başka yollarla kitlelere ulaştırılabilmiştir? Bu ve buna benzer soruları daha da uzatabiliriz. Ama hepsine verilecek ortak yanıt, ne yazık ki arzuladığımız gibi olmayacaktır.

Arşivlerin; bir toplumun geçmişini geleceğe taşıyan bir miras, bir bellek, dahası o toplumların gelişmişlik çizgisinin en somut göstergesi olduğunun altını çizmeye yönelik bildik cümlelerle alışıldık tanımlamalarını yapmak istemiyorum. Onların ne olduğunu bilen bilir... Bilir de... Ama bir türlü de bu konuya gereken önemi vermez. Zaten sorun da tam burada başlar...
Günümüzde devlet arşivleriyle kimi yerel yönetimlere bağlı çok az sayıdaki kütüphanelerimizde arşivciliğin değeri anlaşılmış gibi gözüküyor. Bu arşivciliğe ve bu arşivlerin paylaşım şekline örnek olarak Başbakanlık Osmanlı Arşivi ile İstanbul Atatürk Kitaplığını gösterebiliriz. Her ikisinin de bu alanda çalışma yapacaklara sundukları olanaklar dünyadaki örneklerinden pek farklı değil. İstenilen eserlere kolay ulaşım, işin bilincinde olan çalışanlar/uzmanlar, rahat, konforlu ve çağdaş bir çalışma mekanı vs..

Sorun elbette ki bunlar ve bunlara ek olarak aynı düzeyde olanlar değil. Sorun; kişisel arşivler...
Bugün sayıları az da olsa hatırı sayılır düzeyde kişisel arşivler bulunmaktadır. Bunlar kişilerin kendi olanaklarıyla, çoğu zaman hiç karşılık beklemeden yaptıkları ya da bir önceki kuşaktan sahip olup korudukları arşivlerdir. Bu tür arşivlere sahip olan kişilerin/ailelerin ileriye dönük tek çekingeleri - daha doğrusu korkuları- ise bunların güvenilir bir yerde devamlılığının sağlanabilir olmayışıdır.

Bugün ne yazık ki üniversitelerimiz bile, kendileri için bir hazine değerinde olabilecek bu tür arşivlere bir gereksinme duymamaları, hatta ve hatta bağışları bile kabul etmekte pek istekli görünmemeleridir. Arşivlerin bağışlanması deyince ikinci akla gelen yerler olan yerel yönetimlerin konumları da üniversitelerden pek farklı değildir. Hatta bu yerlerin -istisnaları tenzih ederim- daha önce bağışlananları bile tasnif edilip, paylaşıma sundukları pek söylenemez.

Sonuç olarak arşivlerin ve de onları bir yaşam boyu büyük sabır ve inançla bir araya getirip bu ülkenin, dahası bu coğrafyanın geleceğine taşıyanların konumları ve gelecekleri için de olumlu bir şeyler söylemek pek mümkün değildir. Ama yine de enseyi karartmamak, geçmişin eserleriyle de olsa geleceğe umutla da bakmak gerekir...