Kız yurdundaki yangın merdiveninin anahtarı

2002 Mart ayında Mekke’deki kız okulunda bir yangın çıktı. Kız öğrenciler can havliyle kendilerini dışarı atmaya başladılar. Fakat o telaş içinde gündelik kıyafetin üzerine geçirilen siyah çarşaflarını giymeden dışarı kaçmışlardı. Oysa gelmekte olan itfaiye erleri erkekti. Din polisleri (mutavvalar) tarafından sopalarla okula geri sokulan kız öğrencilerin on beşi yanarak öldü.i

Türkiye geçtiğimiz haftayı Adana’nın Aladağ ilçesindeki Süleymancılar diye tanınan bir tarikata ait kız yurdu yangını faciasını konuşarak geçirdi. Ortaokul çağındaki kız çocuklarının cesetleri yangın merdiveni kapısının önünde yığılmış vaziyette bulunmuştu. Kapı kilitliydi.

O yangın merdiveni kapısının neden kilitli olduğu sorusunun cevabı Türkiye’nin tarikatlar eliyle sürüklenmek istediği toplum modelinin anahtarını vermektedir. Bu model tek cümleyle ifade edilecek olursa vesayet toplumudur.

İslamcılar, Cumhuriyet devrimi ile hesaplaşma sürecinde sıklıkla Kemalist vesayet vurgusu yaptılar. Yanlarına çektikleri akılları bir karış havada üç beş liberalin de yardımıyla Türkiye’yi vesayetlerden kurtarma ve özgürleştirme iddiasını yükselttiler. Oysa gelenekçi dünya görüşü ve onun toplumsal örgütlenme tarzı olan tarikatların kurmak istediği toplum, tam anlamıyla bir vesayet toplumuydu.

O kızlara duyulan güvensizlik vesayetler hiyerarşisine dayalı bir toplum modeli anlayışının yansımasıydı: kadınlar üzerindeki erkek vesayeti; erkekler üzerindeki din adamları vesayeti ve sonunda tüm toplum üzerinde ruhban zümresi ile ittifak halindeki bir yönetici sınıfın topyekûn vesayetinin yansıması… Atatürk’ün deyişiyle bir “mensuplar” toplumu!

Ortaokul çağındaki o kız çocuklarının yangın merdivenine çıkma ihtimali, erkek vesayetinde bir delik açılma ihtimaliydi. Ya o çocuklar sigara içmeye, hava almaya çıkarlarsa! Ya onları çevreden genç erkekler görürse! Ya akıllarına onları vesayetleri altında tutan totaliter kafaların istemediği düşünceler gelirse! Ya kişilik sahibi insanlar olmaya kalkarlarsa!

Bu ihtimalleri ortadan kaldırmak için Süleymancı kız yurduna kızların babaları bile alınmıyordu! Ne de olsa babalar erkektir!

İslamcı ideoloji, tembelliğin, zalimliğin ve “yoldan çıkma” eğiliminin insanoğlunun yaradılışından kaynaklanan bir fıtri özellik olduğunu kabul ediyor. Kötülüğe meyilli bir varlık olan insanın ancak rehberler, mürşitler ve aristokrat yöneticilerin vesayetinde tutulması halinde düzenin sağlanabileceğini düşünüyor. Böylece gelenekçilerin tarikatlar ve cemaatler eliyle hayata geçirdiği toplumsal örgütlenme modeli bireysel hayatlar üzerinde vasi rolü oynayan bir devlet düzenini inşa ediyor.

Kendi omuzları üzerinde kendine ait bir akıl taşıyan/taşımak isteyen özgür insanlar ve dini vesayet ilişkilerinden bağımsız yurttaşlar toplumu gelenekçi yobazların korkulu rüyasıdır.

O kız çocukları ve onlar gibi cemaat-tarikat evlerinde veya yurtlarında kalan gençler hayatlarının her anı denetlenebilecek şekilde vesayet altında tutulurlar. Kendilerine ait mahrem bir hayat alanları yoktur. Olmasına izin verilmez. Çünkü “kendine ait bir oda”, kendine ait bir hayata giden yolu döşeyebilir. Kendine ait bir hayatın olursa, kendine ait bir aklın olabilir. O zaman kendi muhakemeni yapmaya, sorumluluklarını üstlenmeye yani özgür bir birey olmaya giden yola çıkarsın.

Vesayetçi toplum senin kendine ait bir kişiliğin olmasını istemez. Teslim olmanı ister. Sen Allah’a teslim olduğuna inansan bile gerçekte teslim olacağın bir vasidir: senin yerine nasıl yaşayacağına, nasıl karar vereceğine, kiminle ne zaman evleneceğine, kaç çocuk yapacağına, hangi partiye oy vereceğine karar veren bir efendi! Bütün sorumluluk onundur. Senin bir sorumluluk almana dolayısıyla özgün bir kişilik inşa etmene gerek yoktur.

Öyle ki, bütün bunları din adına yapmana rağmen, kutsal kitabı okumana bile gerek kalmaz. Çünkü kutsal kitabını okuma ve anlama sorumluluğun, vasin tarafından devralınmıştır. O okumuş, anlamıştır. Doktora tezini bir Nakşibendî tarikatı üzerine katılımlı gözlem yoluyla yapmış olan Tayfun Atay, müritlerin şeyhlerine bakış açılarını ortaya koyar. Şeyh, Kur’an’ın ete kemiğe bürünmüş halidir. O ne söylerse gerçekte Kur’an öyle söylemektedir. O nasıl davranırsa gerçekte Kur’an öyle davranmaktadır.ii Bu koşullarda Kur’an’ı okumaya gerek yoktur. Sana vesayet eden şeyhine koşulsuz biat ettiğin müddetçe okumuş kadar olursun.

O kız yurdundaki yangından çocuklarımızı kurtaracak iki anahtar vardı. Kapıyı açacak anahtarın olmaması faciaya yol açtı. Bundan sonraki yangınlardan sadece çaresiz çocuklarımızın değil bütün milletimizin kurtulmasını sağlayacak anahtar ise şeyhler, dervişler ve mensuplar memleketi olmayı reddetmemizden geçiyor.

i Zekiye Yüksel, Şeriat Ülkesinde Kadın Olmak, Cumhuriyet Kitapları Yay., İst., s. 198

ii Tayfun Atay, Batı’da Bir Nakşi Cemaati Şeyh Nazım Kıbrisi Örneği, İletişim Yay., İst., 1996, s. 297