Kızılderili Şef Seattle’den Türkiye’ye kentsel dönüşüm ve çevrecilik dersleri: ‘Gökyüzünü ve toprağın sıcaklığını nasıl satabilirsiniz?’

Kızılderili Şef Seattle’“Kentsel dönüşüm” adı altında bin yıllık şehirlerimizi yerle bir edip kentsel hafızaları sıfırlayan bir süreçten geçmekteyiz. İstanbul’un hemen her semtinden tutun, Damat İbrahim Paşa’nin ortaçağşehri Nevşehir kalesi civarlarının, İkinci Dünya Savaşı manzaraları ile karşılaştırılabilir hale gelmesine yol açan bu yeni “Kentsel-Rantsal Dönüşüm” çılgınlığı konusunda, hemen her şehrimizde iki ileri-bir geri türünden bir furya mevcut. Bunu depreme hazırlık, ya da mevcut hayat şartlarının düzeltilmesi adı altında pazarlamaktalar. Buna tüm kıyılarımızdaki koyların, ormanların ve otel yapılabilecek her köşenin delicesine parsellenmesini de ekleyebilirsiniz. Böylece hem devletin hem de halkın zorluklarla kazandığı paralar, daha güzel yaşama, ya da turizm yatırımı adı altında, betona gömülüp gitmekte. Sonra da “oğluma iş bulamıyorum, kızım atanamadı” gibi şikayetlerle ve yüzde 20-25’e ulaşan işsizlik oranı ile, birer mucize bekler duruma düşmekteler. Sanayi ve üretim yapamazsan, oğluna nerede iş bulacaksın, kızını nereye atayacaksın diye sormuyor kimsecikler. Başta da, bu alanda gerçekçi yasal ve ekonomik programlar yapmak ve halkı bu planlar önderliğinde aydınlatıp, tasarruf yaptırmak görevinde olan devlet, derin bir aymazlık içinde bu hayati konuda.

BİR KIZILDERİLİ BİLGESİNİN BİZE MİRASI OLAN SÖZLERİ

Bu kentsel dönüşüm ve doğa katliamları çılgınlığının tarihte ilk örneklerinin yer aldığı, ABD’nin ilk günlerinden bir örnek vermek istedik okuyuculara. Bu örnekte, hem doğaya hem de insanlara ihânet etmenin bedelini çok ağır şekilde ödemeye başladığımız bugünlere dair, bilge bir kızılderili şefinin 150 sene öncesinden yaptığı tahminleri, bazı kulaklara küpe olabilir umudu ile hatırlatmaktayız.
ABD’nin Federal hükümetinin, Kızılderili topraklarını şu ya da bu yolla bir bir ele geçirip, insanları yaşanması mümkün olmayan toplama kamplarına sürmeleri günlerinden bu örnek. Bu konuşma, 1854 yılında ABD’nin kuzey doğu kıyılarındaki Washington eyaletinin yerlileri olan Suquamish kızılderili aşiretinin lideri Şef Seattle tarafından, Amerikan Federal Hükümetinin, aşiret topraklarını zorla satın alma teklifi üzerine yapılmıştır. Şef Seattle’in de belirttiği gibi bu, aslında bir satın alma değil, “kırk satır mı kırk katır mı” teklifidir, aynen Türkiye’deki “Kentsel Dönüşüm” hikayelerindeki gibi:
“Yatağınızı kirletmeye devam edin ve bir gece kendi pisliğinizde boğulacaksınız!”
“Duyduk ki Washington’daki Büyük Şef topraklarımızı satın almak istemekteymiş.
Büyük Şef bize aynı zamanda dostluk ve iyi niyet dileklerini de gönderiyormuş. Bu onun nazikliğinin bir işaretidir, çünkü kendisinin bizim dostluğumuza ihtiyacı yoktur bile. Fakat biz sizin teklifinizi düşüneceğiz. Çünkü biliyoruz ki, beyaz adam topraklarımızı satmadığımız taktirde, silahları ile gelip elimizden alabilir.
Gökyüzünü ve toprağın sıcaklığını nasıl satabilirsiniz? Bu fikir çok yabancıdır bize. Eğer havanın tazeliğinin ve suyun parlaklığının sahibi değilsek, siz nasıl satın alabilirsiniz ki onları bizden?
Bu dünyanın her parçası, halkım için kutsaldır. Her parlayan çam iğnesi, her kumlu sahil, ormanın karanlığındaki her sis, her mezra ve şarkı söyleyen her böcek halkımın hatırasında ve yaşam tecrübesinde kutsaldır.

Dünyanın bir parçasıyız ve Dünya da bizim bir parçamızdır

Beyaz adamın ölüleri, gökyüzündeki yıldızlar arasında yürüyüşe çıktıklarında, doğdukları memleketi unuturlar. Bizim ölülerimiz bu harikulade Dünyayı hiç unutmazlar, çünkü o kızılderilinin anasıdır. Bizler Dünyanın bir parçasıyız ve Dünya da bizim bir parçamızdır. Güzel kokulu çiçekler bizim kızkardeşlerimizdir. Geyik, at, büyük kartal bizim erkek kardeşlerimizdir. Kayalık uçurumlar, meralardaki sular, pony atlarının vücudundaki sıcaklık ve insanoğlu, hepsi aynı aileye aittirler.
Böyle olunca, Washington’daki Büyük Şef bizden topraklarımızı satın almak için haber gönderdiğinde, bizden çok şey istemiş olmaktadır.
Büyük şef, bize kendi başımıza rahatlıkla yaşayacağımız bir yer vereceğini de belirtmiş. Kendisi bizim babamız olacakmış ve bizler de onun cocukları.
Elbette biz sizin topraklarımızı satın alma teklifinizi düşüneceğiz. Fakat bu o kadar kolay olmayacak çünkü bu toprak bizim için kutsaldır.

Nehirdeki su bizim atalarımızın kanıdır

Şu nehirlerden ve derelerden parlayarak akan su, sadece su değildir, o bizim atalarımızın kanıdır. Eğer size topraklarımızı satarsak, bu suyun kutsal olduğunu ve suyun yüzeyinden yansıyan her görüntünün, bizim halkımızın hayatındaki olaylar ve hatıraları anlattığını çocuklarınıza öğretmelisiniz. Bu suyun mırıldanan sesi, benim babamın babasının sesidir.
Dereler, bizim erkek kardeşlerimizdir ve bizim susuzluğumuzu giderirler. Nehirler, kayıklarımızı taşır ve çocuklarımızı beslerler. Eğer size topraklarımızı satarsak, bu nehirlerin bizim ve sizin kardeşleriniz olduğunu hatırlamalısınız ve çocuklarınıza öğretmelisiniz. Bundan dolayı da, nehirlere kendi kardeşlerinize davrandığınız nezaketle davranmalısınız.

Dünya Beyaz Adamın kardeşi değil, düşmanıdır

Kızılderililer, ilerleyen beyaz adamın önünde, her zaman, dağlardaki sisin sabah güneşiönünde gerilediği gibi gerilemistir. Fakat babalarımızın külleri bizim için kutsaldır. Onların mezarları kutsal mekanlardır. Bundan dolayı, bu tepeler, bu ağaçlar, Dünyanın bu bölümü bize kutsal kılınmıştır. Beyaz Adamın bizim adetlerimizi anlamadığını bilmekteyiz. Toprakların bir bölümü, diğer bölümünün aynısıdır onun için. Çünkü o gece gelip, topraktan ne isterse onu alan bir yabancıdır.
Gökyüzünü ve toprağın sıcaklığını nasıl satabilirsiniz? Bu fikir çok yabancıdır bize.
Dünya Beyaz Adamın kardeşi değil, düşmanıdır. Bir kere ele geçirince, o yoluna devam eder ve Dünyayı kendi çocuklarından kaçırır. Hiç dert etmez. Babasının mezarı ve çocuklarının doğumdan hakkı olan şeyler unutulur. Beyaz Adam, anası olan Dünyayı, kardeşi olan gökyüzünü, alınıp sömürülen ve sonra da koyun ya da parlak boncuklar gibi satılan şeyler olarak görür. Onun iştahı Dünyayı tüketecektir ve geriye sadece bir çöl bırakacaktır.

Belki de biz çok vahşiyiz ve sizi anlamıyoruz!

Bilemiyorum. Bizim geleneklerimiz, sizinkilerden farklıdırlar. Sizin şehirlerinizin görünümü, Kızılderili insanın gözlerini ağrıtır. Fakat belki de Kızılderililer vahşidirler ve bu işleri çok iyi anlamamaktadırlar.
Beyaz Adam’ın şehirlerinde, hiç sessiz bir köşe olmaz. Baharda düşen yaprakların veya uçan böceklerin kanat çırpınışlarının sesini duyabileceğiniz bir yer yoktur. Ama belki de ben bir vahşiyim ve anlayamıyorum. Gürültü sadece kulakları aşağılar oysa. Eğer çobanaldatan kuşunun yalnız çığlığını veya havuzdaki kurbağaların tartışmalarını duyamayacaksa, bir insanda hayat var sayılır mı? Ben bir Kızılderiliyim ve anlayamıyorum. Kızılderili, rüzgarın havuzdaki suyun üzerinden çıkardığı yumuşak sesi, rüzgarın öğle yağmuru ile temizlenmiş, ya da pinyon çamlarının aromasıyla süslenmiş kokusunu tercih eder.

Dünya insana ait değildir, insan Dünya’ya aittir

Elbette biz topraklarımızı satın almak için yaptığınız teklifi düşüneceğiz. Eğer kabul edecek olursak, bir şart öne süreceğim: Beyaz Adam bu toprakların canlılarına da kardeşi gibi davranacak.
Bizim bildiğimiz şudur: Dünya insana ait değildir, insan Dünya’ya aittir. Biliyoruz ki her şey bağlantılıdır birbiriyle.
Beyaz Adam da geçip gidecek, belki de diğer aşiretlerden çok daha önce. Yatağınızı kirletmeye devam edin ve bir gece kendi pisliğinizde boğulacaksınız!
Eğer size topraklarımızı satarsak, onu bizim sevdiğimiz gibi seviniz. Ona bizim baktığımız gibi bakınız. Onu ele geçirdiğiniz günkü gibi hatıranızda tutunuz. Ve tüm gücünüzle, tüm aklınızla, tüm kalbinizle çocuklarınız için koruyunuz ve seviniz onu, Tanrı’nin bizi sevdiği gibi.
Bildiğim tek şey var: bizim Tanrımız da aynı Tanrı. Bu Dünya çok değerlidir onun için. Beyaz Adam bile ortak kaderden kaçamaz. Belki de hepimiz kardeşiz tüm bunlara rağmen!
Göreceğiz!”den Türkiye’ye kentsel dönüşüm ve çevrecilik derslerı: