Klavye solculuğu, sarı sendika aşkı ve iftira kültürü

Hiç şüphesiz Christopher Latham Sholes klavyeyi icat ettiği zaman insan hayatını kolaylaştırıcı bir alet yaptığını düşünüyordu. Sholes'un icadı uzunca bir süre icat ediliş amacına hizmet etmiş olsa da günümüzde  günümüzde uğradığı işlev aşınmasıyla insan hayatını zorlaştırıcı bir alet hâline geldiği yadsınamaz bir gerçek hâlini almış durumda. Son yüzyılların en büyük icatlarından biri olarak kabul edilen klavye günümüzde bir yazın aracı olmaktan çıkıp bireyin tepkiselliğini elinden alıp insanı somut gerçeklikten koparan ve sanal bir sahteliğe hapseden bir araç hâline geldi. Öyle ki gerçekte silik, tepkisiz ve fikirsiz olan bir insan dahi bir eşya olan klavyesinden güç alarak gerçek kimliğinin tam tersi bir imaj oluşturmak için tuşlarla kavga eder hâle geliyor. Kişinin benliğini yalanlaması için parmakların birkaç hareketi yeterli oluyor.

Bizi sanal hapishanelere kilitleyen çağımızın en büyük kelepçeleri klavyeler. Kelepçelerimizle saadet dolu bir hayat yaşıyoruz. Kelepçelerimiz zamanla bizim güvenlik şeritlerimiz hâlini alıyor. Bu kelepçelerin esas işlevselliğiyse sosyal medya adı verilen sanal tiyatro sahnesinde ortaya çıkıyor:

Örneğin okuduğu romanların etkisinde kalan ancak o romanlardaki insanlar kadar cesur olamayan bir klavye solcusu gerçekteki güçsüzlüğünü bu sanal sahnede bir kenara bırakıp kendine bir güvenlik şeridi çektiğine inandığı klavyesiyle kendini dünyanın en büyük solcusu ilan ediyor. Her ne kadar gerçekte öyle olmadığını bilmek benliğine bir miktar acı verse de gerçeklik algısını yok eden sanal dünyaya bağlılığını artırarak bu acıyı da hafifletebiliyor.

Hay Allah, neyi anlatacaktım nereye geldim! Esas konu bu değildi elbet. Ben sizlere 1 Ekim'de on binlerce öğretmenle gerçekleştirmiş olduğumuz Büyük Öğretmen Yürüyüşü'nden bahsedecektim. Türkiye'nin dört bir yanından gelen on binlerce Eğitim İş'li öğretmen tüm engellemelere rağmen öğretmenlik meslek kanununa, uzman öğretmenlik sınavına ve öğretmenlik mesleğinin itibarının yok edilmesine karşı çıkmak için 1. Meclisten Anıtkabir'e kadar yürüdü.

Bu yürüyüşe katılan eğitim emekçileri olarak sesini çıkaramayanların sesi olduğumuz ve böylesi bir ortamda öğretmenlerin haklı taleplerini dile getirebildiğimiz için haklı bir gurur yaşadık. Gururumuz ve tepkimiz hep somut gerçekliğe dayalıydı. Gücünü hayattan alan bir coşkuya sahiptik.

Ancak somutun düşmanı soyut her zaman olduğu gibi bugün de karşımıza dikildi. Sadece alanlarda değil, sosyal medya adlı cehennemde de bu anlamlı yürüyüşü karalayıp itibarsız hâle getirmeye çalışan itibar suikastçileriyle karşı karşıya geldik. Sarı sendikalara üye olmanın vicdan azabını çeken, klavyesiyle yaşadığı aşk sonucu kendini dünyanın en büyük solcusu ilan eden hayalbazların yapamadıklarını yapan eğitim emekçileri olarak hedef hâline geldik.

Ne yalan söyleyeyim. Bunun için üzgün değilim. Çünkü biliyorum ki iftira bir denge kurma refleksidir. Yerinde olmak istenen insanı ya da grubu aşağı çekerek kendiyle eşitlemeye çalışan küçük insanın varoluşunu güvence altına alan emniyet kemeridir.

Biz o küçük insanın hayal dünyasında yarattığı ve kendi kendine inşa edip kendi kendini inandırdığı sahte imajdan rahatsız değiliz. Biz o imajı yok edecek şartları yaratmak için de yürüdük.

Hikâyemiz küçük insanların unuttukları gerçekleri hatırlamalarını sağlamak ve ellerini hayatları sandıkları klavyeden çekip sokaklara, caddelere, ormanlara ve denizlere taşırmak için kaleme alındı.

Çünkü biliyoruz ki bir gün klavyeler de kırılır. Bizim hikâyemizi yazan kalemse biz yaşadıkça elimizde kalır.