“Kof adamlar”ın “Stratejik cehalet tercihi”-(TAMAMI)

Önce yoldaşım Ataol Behramoğlu’na geçirdiği kalp ameliyatından dolayı “geçmiş olsun” derim. Bu yazıyı kendisine pansuman niyetine sunuyorum.

Kaç zamandır T.S.Eliot’un “Kof Adamlar” (“Hollow Men”) şiirinden esinlenerek aynı adı taşıyan bir yazı (deneme) yazmayı düşünüyor ama bir türlü başlayamıyordum. Ülker İnce, Ergin Yıldızoğlu’nun 6 Haziran 2012 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan “Sıkıcı Yazılar”ını kesmiş, “Seni ilgilendirecek müthiş bir yazı!” dedi.

Benim kof adamlarım

“Kof”un sözlüksel anlamı:

1. Kuruyarak veya çürüyerek içi boşalmış olan: Kof ceviz.
2. Mecaz: Boş, değersiz, bilgisiz, yeteneksiz (kimse).

3. Mecaz: Güçsüz, dermansız: Kof adam.

Doğrusu isterseniz “kof”un mecazî anlamları ilgilendirmiyor beni. Çünkü beni bir ceviz gibi kuruyarak, çürüyerek içi boşalan insanlar ilgilendiriyor. Doğuştan, boş, değersiz, bilgisiz, yeteneksiz, güçsüz, dermansız kişiler ilgilendirmiyor. Değerli, bilgili, yetenekli insanlar da (eğer kendilerini koruyup savunmazlarsa) zamanla koflaşabilirler. Benim ilgi alanıma bu türden insanlar girmekte. Doğuştan kof adamları sıradan insanlar bile tanıyabilir.

Benim ilgilendiğim koflar, insanların bir bölümünü etki altına alabilen, insanları yanıltabilen “kof” insanlar. Bu türden koflara entelektüel ortamlarda, siyasette ve çok da medyada rastlanır. İsim vermeyeyim, öylesine gazete yazıcıları vardır ki çok az okunmalarına karşın çok okundukları yanılsaması (illusion) yaratırlar. Üretilmişledir! Hileli üründürler! Bu yanılsamalı algı yaygınlaştığı için bir “çok okunan” (!) yazıcı olarak televizyonlara davet edilirler. Ama, kimin kaç okka çektiği konusunda kesin bir karara varmadan önce, Akşam gazetesinin bilgisayar uzmanı yazar Yurtsan Atakan’a başvurulmasını tavsiye ederim.

Ergin Yıldızoğlu'nun kof adamları

Yıldızoğlu tanımlıyor: “Bu cins yazarlar, toplumda bağımsız tutum almanın, ortalama bir yerde durmanın erdem olduğuna inanmamızı isterler! Halbuki bu tutum, bir davayı ciddiye almak ona bağlanmak yerine, kendi hazlarının, bunlara ulaşmayı kolaylaştıracak savların peşinden gitmekten kaynaklanan bir zaafa işaret eder!”

Tırnağımı geçirip tutunmam için bu kadarı bile yeter bana. Sırası gelmişken söyleyeyim: Ergin Yıldızoğlu, benim ciddiye alıp okuduğum ender “gazetede yazan”lardan biridir. Şair ve bilim insanıdır! Kof adamların tam ters yönünde durur. İkincisi elbette Ataoğul Bey!

Bunlar, yani kof adamlar, hayvan pazarındaki “cambazlar”a benzerler. Kendilerine hiç gereksinim olmayan yerlerde hakem durmaya kalkışırlar. Bunlar, Cumhuriyet’i, laikliği, cumhuriyetin ve laikliğin temel öğesi Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu ödün vermeden canları pahasına savunanlar ile Derviş Vahdetî, Şeyh Said, Said Nursî, Necip Fazıl Kısakürek ve Fethullah Gülen müridliğinde Cumhuriyet’i yıkma savaşımı veren fanatikleri aynı kefeye koyarlar. “Durun bakalım, ikiniz de aşırısınız!” derler, sanki onların hakemliğine gereksinim varmış gibi. Bu denli zübük ve züttürüktürler! Bir kadına tecavüz etmeye kalkışan barbarla boğuşan insana “Ayıptır, insan olan insan kavga eder mi?” diye çıkışacak kadar densizdir bu kof adamlar.

Aynı yerde otlarlar ota para vermezler...

Kof adamlar birbirlerini kilometrelerce ötelerden tanırlar ve birbirlerini pek tutarlar. Bizim Mersin’de böylelerini “Aynı yerde otlarlar ota para vermezler!..” diye tarif ederler. Lafın gerisini biz şöyle yazalım: “…birbirlerini yıkarlar tellağa para vermezler…” Böylece Ülker’in şerrinden kurtulmuş oldum yani!

Kof adamlar genellikle su kabağına benzerler. Ender olarak hindistancevizine benzeyenleri de vardır. Bunların başlangıçta kendi özsuları vardır, bir kez boşaldıktan sonra su kabağına dönüşürler. Bir kez boşaldıktan sonra içine ne doldurursan doldur artık. Yeter ki sıvı ya da küçük taneli olsun. En iyi kum doldurulur! Ah, insanlar da öyledir. Pek azı adam-insan kalır!

Nurcular, Fethullahçılar, ki Ahmet Yesevî’den yürüttükleri bir menkıbeyi kullanırlar: Aynı anda birkaç yerde birden olmak! Aynı anda Kâbe’de namaz kılmak, Adana’da kadılık etmek, İstanbul’da bir hususta (mesela kürtaj konusunda) fetva vermek… Aynı anda Galata balozlarında şarap içseler, pezevenklik etseler, bu saçmalığa itiraz etmeyeceğim…

"Bir yumak gazeteci için karne denemesi"

Kuşkusuz, en iyi tanıdığım kof adamlar elbette bizim kuşaktan… Bir listelerini yapsam mı diye kararsız bocalarken, bir gazetesinin imam-hatip armağanı yazıcısı, gazetenin 10 Haziran 2012 tarihli sayısında, “Türkiyeli” kof adamların en gözdelerinden bir “échantillon” verdi. Bir buket halinde… Gazete sayfasında hal ve gidişlerine dair verilen bilgiler ile fotoğraflarını birlikte görünce, kendi kendime “Yahu bunlara raté(e) demek daha doğru olur” diye söylendim. Yani bir baltaya sap olamamış… Bir-ikisi bir zamanlar yakınlarımdaydı; biri başkalarının iktidarından yararlanmaya pek meraklıydı; birini içinde özsuyu olan Hindistan ceviziyken tanımıştım; biriyle hiç karşılaşmadım ama benden nefret ettiğini biliyorum; 12 Eylül’de komünistlere işkence edilebileceği fetvasını veren biriyle son yıllarda bir kez telefonda konuştum (o aradı); imam-yazıcıya göre aralarında öylesine “hors concours” biri de var ki, 40 yıldır enflasyon parasıyla beş kuruş etmez…

Bunlar kendi aralarında, Fransızların yarı başkanlık sistemi için icat ettikleri “Barış içinde birlikte yaşama” (“coexistence pacifique”) şiarını yıllardır kusursuz uygulamaktadırlar ki benim semtime bile uğramayacak bir tarzdır. “Zamanın Ruhu”yla her zaman kavgalı oldum, o ruhu her zaman aşağıladım!

Mersinliler boşuna “Aynı yerde otlarlar ota para vermezler, birbirlerini yıkarlar tellağa para vermezler!...” dememiş… “Tellak” yerine gerektiğinde “natır” da kullanılabilir.

.